‘Zengin ile Yoksul’un hikâyesidir bu.
Zengin varlığına varlık, gücüne ise güç katmak ister.
Daha çok kazanma isteği fıtratında vardır zira.
Yoksula ise elindekini korumak düşer.
Ona ‘’Senin fıtratın budur’’ denmiştir çünkü.
‘Yaratan’ın emri ve isteği bu değildir ama.
Hikmetinden sual olunmaz ‘Yaratan’ doğarken hepimizi eşit yaratmış aslında.
‘Zengin ve Yoksul’ bir statü olarak biz kulların, kullara biçtiği yaşam biçimleridir.
(İnsanları zengin ve yoksul diye ayıranlar utansın)
Melih Gökçek’in Onursal Başkanlığında Ankara’yı hatta Türkiye’yi arkasına alan Osmanlıspor, Lig’in belki de en zengini. (‘’Ankara demek, Türkiye demek’’ denir ya o bakımdan)
Para varsa.
Sıkıntı da yok.
Osmanlıspor’un gücü ve kuvveti de doğal olarak yerinde maşallah.
Saldırdıkça saldırdılar.
İlk yarı pozisyon vermedi ama bizim takım.
Hatta Recep Niyaz o golü atabilse soyunma odasına önde bile girecekti Samsunspor.
Zengin’e kafa tutmak kimin haddine.
Vuramadı topa çocuk.
Zenginin karşısında ayakları titredi zahir.
Maçın ikinci yarısında yaşanacakların habercisi gibiydi o pozisyon.
Osmanlıspor takımı, daha sonra ‘‘Bu yoksul Samsunspor’dan bir tokat yersem, cümle aleme rezil rüsva olurum’’ diye düşünmüş olmalı ki, ikinci yarı da ileriye çıkmamıza bile izin vermek istemediler.
Bizim çocukların da onlara okkalı bir ‘Osmanlı Tokadı’ atacak takati de kalmamıştı aslında.
Cebinde parası olmayana, zenginden alınan her lokmanın tadı daha bir farklı olur diye söylenir. (Robin Hood öyle diyor)
Hele de rızası yoksa.
Bu takım, yenilse de yense de makbulümüz bizim.
Yensek şahane olurdu elbette.
Sizin canınız sağolsun.
Ankara’da kazanılan bu bir puan da çok değerlidir bu bakımdan.