12 Eylül öncesi sokaklarda dağıtılan bildiriler, ''Necip Türk Milleti'' diye başlardı.
''Necip'' demek, ''Soylu'' demek bu arada!.
Bu bildiriler dağıtılırken, soylu milletimizin evlatları, sokaklarda bir birlerini boğazlıyordu.
Oysa bu milletin evlatları, yüzyıllar boyu hüküm sürdükleri, topraklarda sadece kendi soydaşlarına değil,hakimiyeti altındaki çeşitli milletlere, adaletle hükmederken, ''Soyluluk'' nedir ve nasıl olunuru davranışlarıyla tüm dünyaya anlatıyor ve ayrıca bunu bütün dünyaya öğretiyorlardı.
Avrupa'da başlayan sözüm ona milliyetçi akımlarla toplum ilişkileri de bozuldu.
Yüzyıllardır kardeşçe aynı toprakları paylaşanlar aniden bir birlerine düşman kesildiler.
On yıllarda süren savaşların sonucunda Anadolu ve Balkanlar'da milyonlarca insan, göçlerle değiştirmek zorunda kaldılar.
''Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.'' ayetiyle bizi barış içinde yaşamaya davet eden bir dinin inananları olarak, bizim de emperyalistlerin oyunlarıyla bozulan dünya düzeninin bir kurbanı olmamız ve dolayısıyla bozulmamız kaçınılmazdı.
Nitekim bu tehlikeyi ilk gören de Ata'mız olmuştu.
''Yurtta barış dünyada barış'' diyen Atatürk, dinimizin temeli Kuran'dan sonra, bize insanları sevmemizi ve onlarla barış içinde yaşamayı öğütlemişti.
Çok erken yaşta kaybettik Ata'mızı maalesef.
Emperyalistlerin dünya ile birlikte bize de dayattıkları kültür emperyalizminin oluşturduğu erozyonundan bizi koruyacak kimse kalmamıştı.
Atamız yaşsaydı, bu topraklarda ne 6-7 Eylül olayları gibi yüzkarası bir durum yaşanır, ne de 12 Eylül öncesinde olduğu gibi gençlerimiz sokaklarda bir birlerini boğazlamaya çalışırdı.
Kültür erozyonuyla başlayan bozulma, bütün dünyada toplumların düzenini bozdu aslında.
''Toplam kalite'' diye bir şey icat edildi bu edenle belki de.
Toplam kalite, sanıldığı gibi sadece üretim araçlarının verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çıkarılmış uygulamalardan değildir.
Toplam kaliteden amaçlanan hedef, başta çalışanlar olmak üzere toplumda insan ilişkilerinin de standardını amaçlar aslında.
Şairin, ''İpin ucu bir kere kaçmaya görsün, işte o gün bugündür dertte başım'' dediği gibi temel yerinden oynadığında binayı ayakta tutmak mümkün olmuyor.
Hepimiz bozulmadan payını alıyoruz haliyle.
İzmir'de yaşanan taksici cinayeti, bu toplumdaki bozulmanın tavan yaptığı durumu gösteriyor bence.
Toplumdaki bozulma, millet olarak tümden bozulduğumuz anlamına gelmez elbette ama yaşanan bu son olay, toplum düzenimizin geleceği bakımından hangimizi endişelendirmedi ki.
Bu taksici cinayeti, bizi insanlığımızdan utandıran son olaydır elbette ancak, millet olarak tüylerimizi diken diken eden iğrenç vakaların ne ilkidir, ne de son vaka olacaktır.
Yaklaşık 8 yıl önce bindiği minibüsün şoförü tarafından tecavüz edildikten sonra öldürülen Özgecan Aslan, erkek arkadaşı tarafından motorlu testereyle parçalandıktan sonra çöp konteynırına atılan Münevver Karabulut ve yine erkek arkadaşı tarafından öldürüldükten sonra cesedi bir varile konularak yakılan Pınar Gültekin cinayetlerini unuttuk belki ama o cinayetleri işleyen caniler de bu toplumdan çıktı unutmayalım.
''Toplum nereye gidiyor?'' sorusuyla endişelerimizi dillendirelim elbette ancak, nasıl düzelmemiz gerektiğini de konuşalım bir taraftan.