istanbul sex shop casino siteleri istanbul evden eve nakliyat istanbul eşya depolama baker depolama
Sosyal Devlet Olgusundan Uzaklaşmak
Yazarlar // 21 Mayıs 2020 Perşembe 19:28

Ragıp GÖKER

Körfez mahallesindeki bir inşaatın altıncı katından kendisini beton zemine bırakan o kişiyi gördüğümde, 40 yıl önce İzmir Fuarı’nın lunaparkında gözümün önünde gerçekleşen bir intihar olayını hatırladım.

Lunaparktaki bir fotoğrafçıda çalışıyordum ki, o işi yapmamın nedeni de ilginçti aslında.

Bizim kuşağın gençleri sokakta bir birini boğazlarken, 1980 yılında bir arkadaşımın aracılığı ile lunaparkların fotoğraf işini yapan bir dostun yanında şipşakçı olarak çalışmaya başlamıştım.

Oysa, Günaydın Gazetesinde çalışıyordum o sıralar.

Bir sokak hareketine karışmamış olmama rağmen, her genç gibi ben de hayatımdan endişe ediyordum.

Merkez Camiinin bulunduğu Osmaniye Caddesi üzerindeki Edis Han’daki gazete bürosuna giderken hem solcu, hem de sağcı gençlere nereden gelip, nereye gittiğime dair hesap veriyordum ve buna alışmıştım ama 1980 yılının 8 Mart günü sabah uyandığımızda,  evimizin bulunduğu Yenidoğan Mahallesinin Mamurdağ  sokağındaki duvar yazılarının değiştiğini fark ettiğimde bu durumla çok ilgilenmemiştim alında ama bu değişimin sonunda öldüresiye dövülüp bir kenara atılınca, hayatımdan endişe etmeye başlamıştım.

Lunapark fotoğrafçısından o teklif geldiğinde de, bu durumu tutkuyla bağlı olduğum şehrimden uzaklaşmak için bile bir fırsat olarak görmüştüm.

Fuarın ve dolayısıyla lunaparkın da ziyaretçi akınına uğradığı Ağustos ayıydı sanırım, konuşlandığım bir merdivenin üzerinden oyuncaklarda eğlenen insanlara elimdeki fotoğraf makinesini göstererek, fotoğraf çektirmek isteyip istemediklerini sorarken, karşı taraftaki dönme dolabın zirveye çıktığı anda bir kadının çığlık sesi eşliğinde kendisini beton zemine bıraktığını görmüştüm.

Beton zemine çakılan kadının yanına gittiğimde, yüzünde beliren ifadeyi, üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen unutmuyorum.

Meslek yaşamın boyunca daha sonra çok sayıda intihar vakasının yanı sıra, cinayet haberleri de yazdım.

Unutmadıklarından biri de, yakaladık 30 yıl önce Yukarıçinik’te bir ailenin yok edildiği cinayet vakasıydı.

Gözümün önünde kendi canına kıyan o kadının gözündeki ifade, acı ile karışık yaptığından duyduğu pişmanlığı anlatıyordu ama Yukarıçinik’te kimisi evinde, kimisi tarlada çalışırken katledilenler arasındaki genç bir kızın ölürken açık kalan gözlerindeki ifade, o an hissettiği korkuydu.

Hükümet tabibi Rahmetli Dr. Reşat Bulut’un Cumhuriyet Savcısı ve Jandarma ekipleriyle birlikte ölüm raporu hazırlamak için cesetler üzerinde inceleme yaptığı sırada fotoğraf çekerken, “Bir insan, bir cana nasıl kıyar” diye düşünmüştüm.

Katliamı yapan da genç bir delikanlıydı.

Bir aileyi yok ettikten sonra geldiği şehir merkezindeki Kurşunlu Camiinde Cuma namazını kıldıktan sonra o da kendi canına kıymıştı.

Namazda, “Kim bir cana kıyarsa, bütün insanlara kıymış olur” şeklindeki Allah kelamının bulunduğu Maide Suresinin 32. Ayeti okundu mu bilmiyorum.

“Okunsa ne okur” dediğinizi duyar gibiyim.

Kuran’daki Allah kelamını anlamak önemli çünkü.

Ulu önder bu nedenle, Allah’ın sözlerini anlayalım diye Kuran’ın Türkçe tefsirini yaptırmıştı.

Cebinden para vererek üstelik.

Bir aileyi yok eden ve sonra da kendi canına kıya kıyan o genç gibi, hem cinayet işleyenler, hem intihar edenler, Kuran’da yazılanları anlasalardı, o korkunç eylemleri yapmaktan vazgeçerler miydi bilmiyorum ama bile bile de bunu yapmazlardı diye düşünüyorum.

Cinayetler için haklı bir sebep ileri sürülemez elbette.

Allah tarafından lanetlenmiş bir eylem için toplumumuzda yerleşik “Vardır bir sebebi gibi” saçmalıklardan bir an önce vazgeçmeliyiz.

İntiharlar için de “Neden yaptı acaba?” diye kendimize sormayı doğru bulmuyorum.

Bir insanın kendisine kıymasının da haklı sebebi olamaz elbette.

Ve fakat.

İntiharların, genellikle geçim sıkıntısının sebep olduğu bunalım sonucu meydana geldiğini bildiğimiz için bu durumu ayrı bir parantez içinde sorgulamamız da gerekiyor sanırım.

Vahşi kapitalizmin bir sonucu olarak sosyal devlet olgusunundan gittikçe uzaklaşıyoruz.

Gelir dağlımındaki adaletsizlik, toplumda derin yaralar açıyor.

Açlıktan ölen Kübra Bebeğin, zihinlerimizde oluşturduğu travmayı unutmadık  henüz.

Okula giden çocuğuna pantolon alamadığı için canına kıyan babanın yerine de koyduk kendimizi.

Böylesi durumlar, kamu vicdanını yaralıyor maalesef.

Vardır bir sebebi demekten korkuyorum ama Körfez mahallesindeki o inşaatın tepesinden kendisini beton zemine bırakan vatandaşımızı intihara sürükleyen nedeni sorgulamadan da edemiyorum.

Korona günlerinde, yardımlaşmanın önemini hatırladık ama Devlet Baba’ da, neden sosyal devlet ilkesinden uzaklaştığını sorgulamalıdır.