80 öncesi sokaklar bile bölünmüştü.
1980 yılının 8 Mart günü Yenidoğan mahallesinin Mamurdağ sokağındaki evimizden sokağa ilk baktığımda karşı duvardaki yazıların değiştiğini fark etmiştim.
Ki;
O gün babamın Cedit mahallesinin Uygur Türkleri sokağında sahip olduğu kooperatif evine taşınıyorduk.
Ev sahibimizin oğlu, benim de çocukluk arkadaşım İshak da o gün askere gidiyordu.
Mahalledeki arkadaşlarımızla vedalaşmak için yan sokaktaki kahvehanenin önüne geldiğimize birileri parkalarının cebindeki silahı göstererek, ''Sizinle şöyle bir gezinti yapalım'' diyerek mahallenin üst kesimlerindeki ara sokaklara götürmüşlerdi bizi.
Spor yapamadığım için hızlı koşacak durumda değildim ama İshak sporcu olmanın özelliyle koşarak uzaklaştı oradan.
Ben kaçamadım.
8-10 kişilik gurup taşlarla vurdular yüzüme.
Mahallede beni tanıyan bir Abi, kurtardı ki; öldü diye bırakmışlardı zaten beni.
Demem o ki;
Sokaklarımız bölünmüştü.
Solcular Mecidiye'ye, Ülkücüler Çiftliğe giremiyordu.
Miting için geldiği Samsun'da Alpaslan Türkeş bile MHP konvoyu ile Çiftlik caddesinde yürüyememişti.
Yanlıştı.
Öyle olmalıydı.
Devlet otoritesi Türkeş'in Çiftlik caddesinde yürümesini sağlamalıydı.
Siyasetin dili o yıllarda da çirkindi.
Gazeteler çetele tutar gibi sağdan ve soldan öldürülen gençlerin haberini veriyordu.
Çorum'da ve Maraş'ta patlayan olaylarda yüzlerce kişi can vermişti.
Cuntacılar geldiğinde olaylar bıçak gibi kesildi.
Cunta sıkıyönetim ilan etmişti ama 12 Eylül darbesi öncesi de bütün illerde sıkıyönetim vardı zaten.
Sonradan anladık ki, darbeye zemin hazırlamak için sokak olayları engellenmemiş.
Cuntacılar gidip, siyaset normale döndükten sonra da siyasetin dili düzelmedi.
O dil, Madımak'ta insanların diri diri yakılmasına neden oldu.
Günümüzde de siyasetin dili, toplumu bileştirmekten çok uzak.
Günümüzün siyaset dili için ''Birleştirmiyor, aksine ayrıştırıyor'' demek daha doğru bir tespit olabilir aslında.
Çünkü özellikle ülkeyi yönetenler, birincil derecede görevlerinin gereği olarak sorumlu olmalarına rağmen, muhalifler için ''Sivas'ın ötesine geçemiyorlar'' şeklinde eleştirileri bile işitti bu kulaklar.
Muhalifler, Sivas'ın ötesine geçemiyorsa, bu durum ülkeyi yönetenlerin zaafı sayılmalıydı oysa.
Üç gün sonra ülkemizde bir seçim yapılacak.
Pazar günü Cumhur İttifakı'nın Cumhurbaşkanı Yarımcısı Adayı Ekrem İmamoğlu Erzurum'da taşlı saldırıya uğrayınca mitinginde konuşamadı.
Provokasyon elbette.
Ve fakat.
Provokasyonun kaynağı neydi?
Muhalefete göre, provokasyonun kaynağı iktidarın söylemleriydi.
İktidara göre ise olayı provoke edenler muhaliflerdi.
İnsanın yaşadığı yerde olay da çıkabilir.
Buna şaşırmam elbette.
Polis ve Jandarma çıkabilecek olayları önlemek için var ama.
Bunun için vergi veriyoruz çünkü.
Deniliyor ki, ''Miting için izin alınmadı''.
Muhalefet ise ''Biz bilgi verdik'' diyor.
Bunlar detay.
Konu bu değil oysa.
Asıl mesele, olayın önlenememesi.
1 Mayıs’ta Taksim'e çıkmak isteyenleri ters kelepçeyle önleyen polis, Erzurum'da taş atanları önleyememiş.
Sorgulanması gereken budur aslında.
Karşılıklı suçlamaların sonucunda bakın ne oluyor.
Trabzon'da guruplar karşı karşıya geliyor.
Bereket soğukkanlı davranılıyor ve olay çıkmıyor.
Şiddeti siyasetin diliyle olumlamamak gerekir.
Samsun'dan bir zavallı olayların videosunu sosyal medyada paylaşırken ''Erzurum'da şeytan taşlama'' notunu eklemiş.
''Zavallı'' diyorum, bunu bilerek söylüyorum.
Akıldan ve mantıktan yoksun çünkü.
Akıl ve mantık sahibi biri böyle bir paylaşım yapamaz.
Yapmamalı.
Son cümle.
Seçime gidiyoruz, savaşa değil.
Lütfen kullandığımız dile özen gösterelim.