Siyasetten asla vazgeçilmemeli.
Ne olursa olsun, ülkenin başında kim bulunursa bulunsun…
Siyaset dolayısıyla da demokrasi bu ülkenin olmazsa olmazı durumunda bulunmalı.
Kral olmak isteyenler, padişah olmak isteyenler bulunsa da…
Ancak; Demokrasinin temel direği durumundaki siyaset “Ben” değil de “Millet” eksenli gerçekleştirilmeli.
Çünkü siyaset “Ben” eksenli yapılırsa “Demokrasi” bulunduğu zeminden kaydırılır ve “Padişahlık-Krallık” yoluna saptırılır.
O zaman da “Hukuk” “Guguk” olur.
“Yargıç” yerini “Kadıya” bırakır.
Sonra ne mi olur?
Gelin size bir “Kadı” hikâyesi anlatayım bugün…
XXX
Zengin bir adamın, babasının parasında gözü olan oğlu varmış, baba sürekli “oğlum çalış” dermiş buna.
“Baba parası fayda etmez, çalış da sen kazan.”
Baba yaşlanmış, bu arada çocuk bir iş sahibi de olamamış. Bir gün adam yatağa düşmüş ve ağır hastalanınca oğlunu çağırıp başlamış konuşmaya:
“Bak oğlum beni iyi dinle. Sana içinde altı bin altın bulunan bir sandık bırakıyorum. Bu altınların üç bini senin, diğer üç bini ise memleketin en büyük eşkıyasının, bulup ona vereceksin. Bu sana vasiyetimdir, eğer dediğimi yapmazsan ahrette iki elim yakanda olur.”
Ve baba bir iki gün sonra ölmüş…
Çocuk altı bin altını yanına alıp yollara düşmüş.
Memleketin en büyük eşkıyasını arıyor.
Dolaşmış, dolaşmış, önüne gelene sormaya başlamış. Sonunda bir dağın tepesindeki “Kelle Koparan’ı” söylemişler.
“Memleketin en büyük eşkıyası O’dur, ondan büyüğü yoktur.”
Çocuk başlamış dağı tırmanmaya. Mevsim kış, dondurucu soğuk, tipi, bora, fırtına gırla… Dağın doruğuna yaklaşmış bakmış karşısında iki silahlı adam.
“Kelle Koparan’ın” adamları…
Alıp kendisini yanına çıkarmışlar.
Memleketin en büyük eşkıyası bir mağarada oturuyor.
Çocuk huzura varıp da selam verdikten sonra derdini anlatmış:
“Babamın vasiyeti var. Memleketin en büyük eşkıyasına üç bin altın bıraktı. Sordum soruşturdum, senden büyüğü yokmuş. Aldım altınları sana getirdim.”
Kelle Koparan, “Yanlış kapı çaldın oğlum” demiş.
“Bu memleketin en büyük eşkıyası ben değilim.”
Çocuk başlamış konuşmaya:
“Ama herkes sizi söyledi…”
“Değil oğlum, benden büyüğü de var. Falanca yere gidecek ve orada Kadı Efendi’yi bulacaksın. O benden de büyük eşkıyadır. Var git de babanın vasiyetini yerine getir.”
Çocuk sormuş:
“Ama hiç kadıdan eşkıya olur mu?”
“Sen benim dediğimi dinle git de eşkıyanın kim olduğunu anla!”
Çocuk yine yollara düşmüş.
Kelle Koparan’ın tarif ettiği yeri bulmuş ve Kadı Efendi’nin huzuruna çıkmış, elini öptükten sonra babasının vasiyetini anlatmış ve Kelle Koparan Recep’in kendisini tavsiye ettiğini söylemiş.
Kadı efendi birden gürlemiş:
“Vay bre densiz... Hiç kadıdan eşkıya mı olurmuş.”
Çocuk bakmış usanmış, babasının vasiyetini yerine getirmese rahat etmeyecek, başlamış yalvarmaya:
“Aman Kadı Efendi, ne yap et şu dertten beni kurtar. Al şu üç bin altını da ben de başımın çaresine bakayım.”
Kadı Efendi sakalını sıvazlayıp, kara kaplı kitaba baktıktan sonra, bu işte “Hile-i şer’iye” gerekli olduğunu anlatmış.
Çocuk, “Kadı Efendi ne yaparsan yap da beni dertten kurtar” demiş.
Kadı Efendi başlamış “Hile-i şer’iye”yi anlatmaya:
“Şu karşıki araziyi görüyor musun?”
“Evet, Kadı Efendi.”
“İşte o arazi benim.”
“Hayırlı olsun Kadı Efendi!”
“Peki, toprağın üzerindeki kar kimin?”
“Bilmem Kadı Efendi.”
“Nasıl bilmezsin yahu, toprak kiminse kar da onundur. Şimdi ben sana bu karları üç bin altın karşılığı satacağım…”
“Aman Kadı Efendi ne yaparsan yap.”
Kadı Efendi kâtibi çağırıp satış senedini yaptırmış, çocuk üç bin altını verip karları satın almış…
Çocuk ertesi sabah handa uyurken kapının vurulmasıyla uyanmış.
“Kadı Efendi seni çağırıyor.”
Çocuk giyinmiş ve Kadı’nın huzuruna varmış.
“Bre gafil, bu yaptığın ne?”
“Aman Kadı Efendi ne yaptım ki?”
“Bu arazi kimin?”
“Senin.”
“Ya bu karlar?”
“Dün senden satın aldım.”
“O halde benim arazimin üzerinde senin karlarının işi ne, derhal kaldır.”
“Aman Kadı Efendi, kar kalkar mı?”
“Ya bu karları kaldırırsın ya da seni hapse atarım.”
Çocuk başlamış yalvarmaya:
“Etme Kadı Efendi, şu kara kaplı kitaba bir daha bak, bak ta bunun da “Hile-i şer’iye”sini bul.”
Kadı Efendi, sakalını sıvazlamış, kitaba bakmış:
“Zor ammaaaa, bunun da bir “Hile-i şer’iye”si var. Madem benim toprağımı işgal ettin, işgaliye rüsumu olarak üç bin altın ödersin, ben de seni affederim ve davadan vazgeçerim.”
Çocuk çaresiz, babasından kalan üç bin altını da Kadı’ya verip çıkmış dışarı. Ve başlamış bağırmaya:
“Hey gidi Kelle Koparan, hey... Sen meğer eşkıya değil, evliya imişsin. Dediğin doğruymuş, gel de eşkıya nasıl olur gör. Babamın da ruhu şad olsun, vasiyetini tuttum….”