Milenyum olarak bilinen 2000’li yılara, tarım ve tarımın beslediği ticari yapıyla ekonomisini biçimlendiren Samsun, tarım yapmaktan da uzaklaşınca büyük bir çıkmazın içine düştü.
Son 30 yıl boyunca türlü denemeler yaptı bu şehir.
Ne olacağına bir türlü karar veremedi yani.
Şehri yönetenler, gelenekleri tarım ve ticarete dayalı şehrin milyonu aşmış nüfusunu ayakta tutabilmek adına türlü arayışlara girişti.
Valilik tarafından Turizm Master Planı hazırlandı önce.
Bir Karadeniz şehri olan Samsun’un, Akdeniz’e kıyısı olan şehirler gibi güneş turizminden yararlanmak gibi bir avantajı olmadığı biliniyordu.
Samsun’un plajlarımda denize, Haziran’da girilmeye başlanırken, Ağustos’un ikinci yarısından itibaren şiddetlenen rüzgar ve rip akıntılarının denize girmeyi tehlikeli hale getirmesi nedeniyle güneş turizmine yatırım yapacak girişimci bulmanın imkansız olması nedeniyle, Samsun için hazırlanan Turizm Master Planı daha çok alternatif turizm arayışını öngörüyordu.
Samsun’un, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize gibi alternatif turizm için elverişli yaylaları olmadığı için bu plan tutmadı.
Tutmayacağı da biliniyordu zaten, bu nedenle hazırlanan planın, bunu hazırlayanlara üç-beş kuruş para kazandırmaktan öte bir yararı olmadı.
Samsun, “Sağlık Kenti olsun” diyenler oldu daha sonra.
Bu iddiada bulunanların hakkını yemek istemem zira, bu plan sayesinde nitelikli hastane ve sağlık kuruluşlarına sahip olduk.
Tıpkı, ‘Spor Kendi Samsun’ iddiası nedeniyle olimpiyat yapabilen şehrin, bu sayede çok sayıda spor tesisine sahip olması gibi.
Ve fakat.
Bu kazanımlara rağmen gerek spor tesisleri, gerekse sağlık kuruluşları, şehrin topyekün kalkınmasına katkı vermekten uzaktı.
Köyden kente göç ettiğimiz 1968 yılında 800 bin dolayındaki Samsun’un toplam nüfusu, günümüzde 1 milyon 350 bine yaklaşmış durumda.
1968 yılında Yenidoğan Mahallesindeki bir evin bodrum karına yerleştiğimiz şimdinin İlkadım ilçesi olan kent merkezin de yaşayanların sayısı, toplam nüfusun sekizde biri yani 100 bin dolayındayken, günümüzde İlkadım’ın yanı sıra, Atakum, Canik ve Tekeköy’den oluşan kent merkezinde yaşayanlar toplam nüfusun yarısına, yani 700 bine ulaşmış durumda.
Bu insanları doyurmak lazım.
Bu insanları doyurmak için de iş ve dolayısıyla aş bulacakları iş alanları yaratmak gerekiyordu.
Yakın bir geçmişe kadar Samsun’da istihdamı kamu kuruluşları sağlıyordu.
Günümüzde bundan yararlanmak artık mümkün değil.
Eskisi gibi tarım da yapılmıyor artık.
Buna bağlı olarak ticari yapıda büyük zarar gördü.
Zayıflasa da ticari yapı, hala ayakta durmaya çalışıyor ama bu yapı, şehri dönüştürmeye yetecek boyutta değil artık.
Samsun’da tarım ve ticaret zayıflarlarken, hizmet sektörü şaşılacak düzeyde gelişti.
Şehirde mantar biter gibi kafeterya ve lokanta açıldı.
Biz buna “Dürüm-Döner Ekonomisi” diyoruz.
Bir de cep telefonu satıcıları çoğalıyor.
Bunlarla şehri yaşatmak mümkün değil elbette.
Öyleyse ne?
Cevap çok basit.
Yeniden üretmeyi öğrenmeliyiz.
Öncelikle iki büyük ırmağın suladığı ovalarımızda yeniden tarım yapmaya başlamalıyız.
Geleneksel yöntemlerden uzaklaşmak kaydıyla elbette.
Parçalı arazilerde yapılacak tarımdan zenginlik yaratılmayacağını bilmeli ve arazi toplulaştırmaya da başlamalıyız.
Samsun’da iki kişiden birinin kent merkezinde yaşadığı gerçeğini unutmadan sanayiye de önem vermeliyiz.
Bunun için vakit geçirmeden bir envanter çıkarmalıyız.
Bu şehirde en çok ne üretiliyor bunu bilmeliyiz.
“En çok mobilyacı var, bu da demek ki mobilyacılık çok para kazanıyor olmalı” gibi kasaba kültürüne dayalı anlayıştan uzaklaşmalıyız.
“Bizim ihtiyacımız nedir” anlayışından, “Dünyanın neye ihtiyacı var” şeklindeki anlayışı geliştirmeliyiz.
Alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz yani.