Bir dönem Samsun Valisi olarak görev yapan Muammer Güler, Samsun'daki şehir bilincinin zayıf olduğunu fark etmiş ve bu bilinci harekete geçirmek için ''Samsunlu olmak yetmez, Samsuncu olmak gerekir'' demişti.
Homojen bir yapımız yok, bunu biliyoruz.
Bu şehirde yaşayanların neredeyse tamamına yakını başka şehirlerden gelip buraya yerleşmiş insanlardan oluşuyor.
Bu satırların yazarının dedeleri ve nineleri de, Lozan mübadelesiyle günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Selanik yakınlarındaki Sarışaban'ın Çayleyik köyünden gelmişler ve Tekkeköy yakınlarındaki Aşağıçinik'in Çayleyik Mahallesine yerleşmişler.
Yaşadıkları yerlerin ekonomik koşullarındaki yetersizlik nedeniyle hicret etmek zorunda kalanlardan değildi köklerim.
Mustafa Kemal Atatürk'ün deyimiyle 'Kaybedilmiş toprakların kutsal emanetleridir' mübadiller.
''Evladı Fatihan'' olarak da anılırlar.
Zorunlu bir değişim hareketinin sonucu olarak kültürlerini de beraberinde yaşamak zorunda bırakıldıkları yerlere taşımış bir topluluktur mübadiller.
Kendimden ve yakın çevremden biliyorum mübadiller, yerleştirildikleri Samsun'da o dönemde yaşamış Samsunlulardan bile daha çok Samsunlu hissetmişler kendileri.
Mübadil kökenli hiç bir Samsunlu da ''Doğduğum yer, doyduğum yerden daha önemli'' gibi bir anlayışa rastlamadım ben.
Ve fakat
Samsun'da sadece mübadiller yok ki.
Şehrin yerlisinin de çok az olduğunu biliyoruz.
Bu şehirde geçmişinde Sinop doğumlu olanlarda var.
Ordu doğumlu olanlar da.
Ki,
Nüfusun büyük bir bölümünü, geçmişi Ordulu olan çok sayıda hemşerimizin oluşturduğu iddia edilir.
Doğu Anadolu’dan gelmiş çok hemşerimiz de var ama şehrin ekonomik, sosyal ve siyasal aktivitelerine geçmişi başka şehirlere dayalı hemşeri topluluğunun hiç biri, Doğu Karadeniz orijinli hemşerilerimiz kadar etkili olmamıştır.
Özellikle Trabzon orijinli hemşerilerimizin Trabzon'a bağlılıkları, sarsılmaz bir inanç gibidir.
Dünya gazetesinde çalıştığım dönemlerde patronum olan Rahmetli Nezih Demirkent sağ olsaydı ve bu yazıyı okuduğunda bana serzenişte bulunurdu eminim.
Niye böyle söylüyorum:
90'lı yılların başıydı.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİB)'in merkezinin neresi olacağına dair tartışmalar yapılıyordu.
Trabzonlular, merkezin Trabzon olmasını savunurken, Samsunlular da, ''Merkez, Samsun olmalı'' diye diretiyordu.
Dünya'nın Trabzon Bölge Temsilcisi arkadaşım Selahattin Gurbetli, merkezin Trabzon'da olması gerektiğini savunan görüşün ateşli bir savunucusu olarak köşesinde de bu konuyu işliyordu.
Tabii ki bir Samsuncu olarak ''Ben de merkez Samsun'da olmalı'' diyordum.
''Sezar'ın hakkı, Sezar'a'' başlığı altında bir yazı kaleme almış ve Samsun nüfusunun büyük bir bölümünün geçmişi Trabzon'dan göç etmiş insanlardan oluştuğunu savunurken ''Trabzon'da aradıklarını bulsalar, Samsunda ne işleri vardı ki'' diye yazmıştım.
Selahattin'in buna cevap vereceğini düşünen Rahmetli patronumuz ''Selahattin yazınca bana haber verin'' demiş.
Selahattin Gurbetli sahiden de ''Gerçek Sezar kim'' başlıklı bir yazı göndermiş ama Rahmetli Demirkent, beni de, Selahattin'i de arayarak ''Şehirlerinizin hakkını savunmak güzel de, böyle devam ederseniz iki şehir halkını düşman edersiniz'' demişti.
Rahmetli haklıydı.
İki şehrin insanı yıllardır, Samsunspor-Trabzonspor rekabeti üzerinden bile yıllarca sonucu kavgaya varan bir tartışmayı yıllardır sürdürüyorlar.
Gereksiz bir tartışma ama bundan da vazgeçilmiyor maalesef.
Geçenlerde oynadığımız Eskişehir maçında Samsunspor 6-0 ödeyken, Trabzon orijinli bir meslektaşımız, Eskişehir gol atınca ve skor 6-1 olunca ''Plaka oluştu'' demişti., Samsunspor, skoru değiştirmek için yüklendiğinde de ‘’Sakın ha, gol atıp plakayı bozmayın’’ diye söyleniyordu.
Bilinç atımızda var bu anlayış maalesef.
''Ne var bunda alt tarafı bir espri '' diyenler olacaktır.
Espri elbette ama böylesi düşünceler sürekli tekrarlandığında bilinçaltı durumu oluşturuyor ve şehrin enerjisini tüketiyor.
Bu nedenledir ki, şehir içindeki hemşeri derneklerini hep gereksiz bulmuşumdur.
Muammer Güler de bunu görmüş ve ''Samsunlu olmak yetmez, Samsuncu olmak gerekir'' deme ihtiyacını duymuştu sanırım.