Samsunspor, 57. kuruluş yıldönümü etkinliklerinde takımın formasını giymiş ve teknik direktör olarak görev yapmış olanları geçen hafta kulüpte düzenlenen etkinlikte bir araya getirmişti biliyorsunuz.
''Eskisiyle yenisiyle efsane'' sloganıyla yapılan etkinliğin olduğu gün bu sütunlarda ''Samsunspor'un efsaneleri'' başlıklı yazının bir bölümünde ''Bunu yaparken biliyorum ki birçok ismi unutacağım. Bunun için peşinen unuttuklarım adına başta kendilerine ve yakınlarından, en çok da siz okurlarımızdan bağışlanmayı dilerim.'' diye yazmıştım.
Ve fakat.
Samsunspor formasını terletirken ''Jilet Hakkı'' unvanıyla nam salmış, futbolu bıraktıktan sonra da kendisini Samsunspor'a adamış, Hakkı Tomaç efsanesini o yazıda konu etmemek gibi bir ayıbı işlemiş olmaktan dolayı çok utandığımı itiraf etmeliyim.
Dobi Hasan'ı da Samsunspor'un efsaneleri arasında anmamış olmakta büyük ayıplarımdan biri oldu.
Hasan Şengün kardeşim belki beni bağışlar ama Dobi efsanesiyle ömrünün her döneminde gurur duymuş babası Basri Ağbey'in bu kusurum nedeniyle beni affedeceğini sanmıyorum.
Samsunspor'un 57 yıllık macerasında Atatürklü Armayı terletmiş her oyuncu ve teknik direktörü anmam bir yazıda beklenmezdi elbette.
Her oyuncu ve hoca da efsane olmadı zaten.
Anadolu'da ''Ev danasından öküz olmaz'' gibi bir anlayış var bilirisiniz ve bu nedenle yetiştirdiğimiz değerlerin kıymetini bildiğimiz söylenemez.
İtiraf edelim ki, en yakınlarımızın bile başarılarını kıskanmak gibi bir özelliğimiz vardır.
Her yerde böyledir ama bu çarpık duruma Samsun'da daha çok rastlıyoruz maalesef.
Herkesin baş tacı etmek istediği değerlerimizi, biz 'tu kaka' ederiz.
Bu durum sporda da, hatta sanatta ve siyasette de böyle.
Samsunlular için Samsunspor'la ilgilenmek varken, başka tamının başarısı ya da başarısızlığı ile ilgilenmeyi hiç anlamış değilim mesela.
Neymiş efendim.
O ''Dört büyükler'' olarak bilinen takımlar daha başarılıymış.
Olabilir.
Ve fakat.
Bir düşünsen, sen başkalarıyla ilgilendiğin için Samsunspor'un, o tuttuğun takımlardan daha az başarılı olduğunu anlarsın aslında.
Ama nerede.
Gözbebeğimiz OMÜ gibi bir eğitim kurumuna sahip olma durumumuz mesela bu şehirde kaç kişi için övünç kaynağıdır merak ediyorum doğrusu.
Çok iyi bilim insanlarımız var o kurumda oysa.
Türkiye'de bilinen en iyi Ürolog'lardan Şaban Sarıkaya'yı mesela linç etmeye kalkmadık mı?
Hem de aslı astarı olmayan bir iddiayla.
Biz Samsunlular için olduğu kadar ülkemin bütünü için de önemli bir bilim yuvası OMÜ.
Özellikle Tıp Fakültesi ve hastanesi, Samsun'un ''Sağlık Kenti'' iddiasının temel dayanaklarından biridir.
Gazi ve Araştırma hastanelerimiz de öyle.
Çok iyi hekimlerimiz var ve ben hiç tereddütsüz kendimi emanet ederim onlara.
Ki,
Bir iki operasyon geçirdim.
Hepsi de Samsun'daki kamu hastanelerinde yapıldı.
Geçen hafta Bursa'da yaşayan Dayım Kemal Demiray'ın karaciğerinde problem olduğunu öğrendiğimde yeğenime ''Derhal Samsun'a getirin'' dedim.
Karaciğer nakli yapabilen hekimlerimiz var ki bunlardan biri Doç. Dr Oğuzhan Özşay'dır.
Başarılı bir operasyonla dayımı sağlığına kavuşturdu sağ olsun.
Gastroenteroloji dalında uzman Prof.Dr. Ahmet Bektaş, kan kanserlerinin yanı sıra, trombosit gibi hematoloji ve iç hastalıkları dalında uzman olarak bilinen Prof. Dr. Düzgün Özatlı gibi bilim insanlarına sahip olmasaydık, hala Ankara ve İstanbul hastanelerinde randevu aramak durumunda kalmayacak mıydık?
İyi ki varlar.
''Samsun'da benim kıymetim bilinmiyor'' diye dert yanan Tanju Çolak'tan bağımsız söylüyorum.
Efsane olmak kadar, efsane kalmak da önemlidir.
''Efsane'' olarak anılmanın da bir bedeli var yani.
Ona göre yaşamak gerektiği gibi, insanlığa katkı vermek de önemlidir diye düşünüyorum.