Yazarlar // 12 Mayıs 2015 Salı 00:00
Ragıp GÖKER
Kenan Evren’in öldüğünü duyunca bir süreliğine ne düşünmem gerektiğini sordum kendi kendime.
Gerek aile terbiyem ve gerekse inandığım dinin bana öğrettiklerine dayanarak, ‘ölünün ardından kötü konuşmamam’ gerektiğini hatırladım.
Ama “Ölüm de var netekim” diye mırıldandığımı da itiraf etmeliyim.
Bizim kuşağın gençleri, 12 Eylül döneminde çok acı çekti.
O dönemde de düşüncelerimi beynimde, duygularımı ise yüreğimde taşıdım.
Benim gibi düşünmeyenlere taş atmadım, sokak hareketlerinin içinde olmadım, hapse girmediğim gibi işkence de görmedim.
Ama ölüm korkusunu bütün benliğimde hissettim.
O korku beni çalıştığım gazeteden koparıp, bir dönem için İzmir fuarında ‘şipşakçı’ yapmıştı.
12 Eylül’e İzmir’deki lunapark fotoğrafçısında çalışırken yakalandım.
Faşist cuntanın kudretli generalleri bu ülkenin gençlerini, ipe çamaşır asar gibi “Bir sağdan, bir soldan” diyerek darağacına yolluyorlardı.
Kenan Evren, bir konuşmasında yaşı tutmadığı halde darağacında can veren Erdal Eren için “Asmayalım da besleyelim mi” demişti.
Sırf o söz nedeniyle, ölümünün ardından iyi bir şey söylemek gelmiyor içimden.
Ne zaman 12 Eylül dönemiyle ilgili bir şey duysam, cuntacıların idamla yargıladığı Nevzat Çelik’in ceza evindeyken yazdığı ‘Şafak Türküsü’ şiirinden Ahmet Kaya’nın bestelediği ve doyumsuz sesiyle okuduğu o türküyü dinlerim.
Dün sabah evden gazeteye doğru gelirken yanımda yürüyen bir seyyar satıcı, sattığı müzik çalarlardan birinin sesini de sonuna kadar açmıştı. Ahmet Kaya, cuntacıların işkencesi altında inleyen bütün mazlumların sesi olarak “Beni Bul Anne” diyordu.
Nice sonra Kenan Evren’in koltuğundan ettiği Süleyman Demirel yeniden Başbakan olunca bir açıklamasında “12 Eylül öncesi bütün illerde sıkıyönetim vardı. Askerlere ‘ne istiyorsunuz’ diye sorduğumuzda, her seferinde bizden el feneri istemişlerdi” diye söylediğinde anlamıştım ki, askerler darbe yapabilmek için zemin hazırlamışlar, kardeşi kardeşe kırdırmışlardı.
Kenan Evren Genel Kurmay Başkanıyken ve darbeyi gerçekleştirmemişken henüz, 1980 Temmuz’unda Fatsa’da ‘Nokta Operasyonu’ yapılıyordu.
Askerler Terzi Fikri’yi koltuğundan indirirken, solcu avına da çıkmışlardı, yüzleri maskeli siviller, askerlere solcuların evlerini gösteriyorlardı.
Darbe sonrasında cuntacılar o işbirlikçilerini de, evlerini gösterdikleri solcularla birlikte ‘Karıştır-Barıştır’ ilkesiyle aynı koğuşlara tıkmışlardı.
Onlarda solcularla aynı işkenceleri gördüler.
Karıştıranlar o gençleri barıştırabildiler mi bilmiyorum.
Ben kimseye taş atmadım fakat ellerinde taş olan bir gurup tarafından bir kaç defa öldüresiye dövüldüm.
Ama beni dövenlere hiç kin duymadım ve nefret duygusu beslemedim.
Biliyordum ki onlar aslında masumdu.
Beni döverlerken ‘memleket ve millet sevgisi’ gibi bir bilincin içinde olmadıklarını biliyordum.
Ki; o bilinçte olanların sağcısı, da solcusu da hiçbir vakit taşı değneği ceplerinde taşımamıştır.
Kenan Evren’i işim gereği birçok mitingde konuşurken dinledim.
Belagat şehvetiyle konuşuyordu.
Sonra devir değişti.
Yargılandı.
Ömür boyu hapse mahkûm oldu.
Karar kesinleşseydi rütbeleri de sökülecekti.
O’nun bu son hali, ele geçirdikleri muazzam gücün hiç tükenmeyeceğini düşünenler için ibretlik bir durumdur aslında.
Hesap veremeden bugün toprağa giriyor.
Onunla hesabımız mahşere kaldı.
Allah taksiratını affetsin.
Taksiratı çok olsa gerek zira.