Kulakları çınlasın yolu Samsun'dan geçmiş sanatçılarımızdan İlhan Şeşen yazdığı ve seslendirdiği ''Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm / Neler oluyor sana bana neler oluyor / Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm'' diye yazdığı şarkı, ayrılık ateşiyle yanıp tutuşanların sevgiliye duydukları özlemi anlatır.
Bir aşk şarkısıdır yani.
Ve fakat.
Şu sıralar bize sıklıkla, ''Neler oluyor bize?'' sorusunu sorduran durum ise, yaşamakta olduğumuz can sıkıcı durumun dışa vurumudur.
Sahiden de neler oluyor bize?
Derdimize derman, hastalığımıza şifa olması için başvurduğumuz doktorlara saldırıyoruz.
Üstelik bunu bize verilmiş bir hak olarak görüyoruz.
Daha fenası da, utanacağımıza, bu çirkinliğimizle övünüyor, yetmiyor sokak röportajlarında bunu bir marifetmiş gibi de anlatıyoruz.
Bir haber kanalındaki sunucu ''Cennet vatanımızı, cinnet vatana dönüştürdüler'' diye ne güzel söylemiş.
Sahiden de toplum olarak bir cinnet halindeyiz.
Narin vakası daha tazeliğini koruyor.
Narin’in katledilmesinin üzerinden 50 küsur gün geçti.
Aralarında annesi ve amcasının da bulunduğu 10’a yakın şüpheli var.
Üstelik hepsi tutuklu ama bir tek katilin kimliği açıklanamıyor.
Sokak köpeğini sopayla döverek öldüren ve bununla övünenler var aramızda.
Karısının boğazını keseni mi ararsın, 20 bıçak darbesiyle öfkesini yenmeye çalışan canileri mi ararsın.
Daha geçenlerde başını gövdesinden ayırdığı bir genç kızımızın cesedini surlardan atan bir caniyi tüyleriniz diken diken hale gelmiş durumda izlemek durumunda kaldık.
İbni Haldun ''Coğrafya kaderdir '' demiş ama bütün bu canilerle aynı havayı solumak kaderimiz olmamalı.
Her şey mi bozuk olur bir ülkede.
Bir türlü düzelmeyen ekonomik yapı zaten dar ve sabit gelirli vatandaşların ezilmesine neden oluyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik de can sıkıyor.
Zaten orta gelir tuzağına düşürülmüş bir ülkeyiz.
Kritik eşik olan 10 bin doları bir kere aşarak 12 bin 500 doları falan gördük ama kişi başına düşen milli gelir 8-9 bin dolar bandında hala.
Ki;
Büyük çoğunluk 3 bin ila 5 bin dolar bandında bir yıllık gelirle yaşamak zorunda kalıyor.
Kamunun istihdamında yaşanan kayırmacılık da fena halde can sıkıyor.
Mesela, ''Mülakat kaldırılacak'' dendi ama kamu personeli seçerken yapılan sözlü sınavlarda yöneltilen sorulara, cevabı önceden verilmezse doğru yanıtlamak çok zor, hatta imkansız gibi.
Vergi dairesine alınacak memur, voleybol topunun ağırlığını bilse ne olur, bilmese ne olur.
Ne alaka yani!
Daha geçen gün Doğuşcan Kavaklı adlı bir genç, KPSS'den aldığı yüksek puana rağmen sözlü sınavda, mülakatta yani yöneltilen sorulara yanıt veremeyip elenince barındığı KYK yurdunun altıncı katından atladığı boşluktan beton zemine çakılarak, hayatının baharında yaşamına son vermiş.
Mehmet Yazıcı da, bunun üzerine köşesinden ''Doğuşcan'ı kim öldürdü?'' diye sormuş.
Mehmet'in yazısı, arife tarif sorar gibi olmuş biraz aslında.
Arife tarif gerekmez aslında.
Sebep adına ''Mülakat'' denilen o bela sistemdir elbette.
Ve fakat.
Doğuşcan'ın ölümüne sebep olanlar, sen, ben, o ve biz, siz, onlar.
Yani bu sistemin oluşmasına bir şekilde sebep olduğumuz gibi, düzelmesini sağlayacak yeterli çabayı göstermeyerek, olup, biteni uzaktan seyretmekle yetinen bizleriz.
Kim ne kadarını üzerine alır bilmem ama hepimiz içine düşürüldüğümüz bu durumdan sorumluyuz ve bir o kadar da suçluyuz aslında.
Kendimizden utanmalıyız.