Dün 24 Temmuz'du.
Temmuz ayını, 20 Temmuz 1974'de gerçekleştirilmiş Kıbrıs Barış Harekatı gibi çok önemli bir günü zaten bünyesinden doğurmuş özel bir ay olarak zaten biliriz ama bunun yanı sıra, 24 Temmuz, basından sansürün kaldırılışının 115. günü olması nedeniyle Basın Bayramı olarak da anılır.
Ve fakat
24 Temmuz ayrıca, yüz yıl önce ''Cumhuriyetimizin Tapusu'' olarak bilinen Lozan antlaşmasının da imzalandığı gündür.
Lozan'ın yüzüncü yılına dair görüşlerimi daha geniş şekilde yazacağım ama önce 24 Temmuz Basın Bayramına dair bir notu paylaşmak isterim.
İstibdat dönemi olarak bilinen dönemde basına sansür uygulanır, Sultan Abdülhamid'in hoşuna gitmeyen yazı ve haberlerin yer aldığı gazete sayfalardaki sütunlar boş bırakılırdı.
Sansür uygulanırdı yani.
İkinci meşrutiyetin ilanından bir gün sonra yani 24 Temmuz 1908'de basında sansür uygulaması kaldırılmıştı ancak darbe dönemlerinde de benzer uygulamalara rastlanıyordu.
12 Eylül döneminin faşist cuntacıları da, kimi yazıların yayınlanmasını istemiyorlardı.
RTÜK’ün ekran karartma gibi uygulamalarını saymazsak, günümüzde gazete sayfaları öyle sayfalarını boş bırakmak gibi uygulamalara rastlanmasa da, reklam ambargosu gibi uygulamalarla dolaylı sansür uygulamalarına tanık olunuyor yine de.
Mesela dün, basından sansürün kaldırılmasının 115. yıl dönümünde bir TV kanalındaki program engellenmeye çalışıldı.
Engellemeye çalışanın da ne gariptir, özgülükleri savunduğunu iddia eden ana muhalefet partisinin Genel Başkan Yardımcısı olmasıydı.
Ki;
Bu durumu daha ilginç kılan da, programı engellemeye çalışan kişinin daha önce yazdıkları gerekçe gösterilerek hapis yatmış olmasıdır.
Garip bir ülkeyiz vesselam.
Lozan'a gelince.
100 yılı geride bıraktı Lozan Barış Antlaşması.
Sevr gibi bir paçavrayı tarihin saflarına gönderen Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşuyor.
İşgal atındaydı ülkemiz biliyorsunuz.
Birinci Cihan Harbinde Almanlarla aynı safta olmamız nedeniyle Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık ve Sevr'in gereği olarak galipler, 104 yıl önce vatan topraklarımızı işgal etmeye başlamışlardı.
Dolmabahçe açıklarında demirlemiş düşman donanmasını gören Kahraman'ın ''Geldikleri gibi giderler'' diyerek, ve o inançla 19 Mayıs 1919'da yaktığı meşaleyle başlattığı Kutlu yürüyüş'ün sonucunda kazandığımız büyük zaferin gururuyla gittik Lozan'a.
Başta mağrur İngiliz'le olmak üzere 1. Cihan Harbinin galipleri, özgürlüğümüzü vermek istemediler.
Bunun için çok direndiler.
Milletimizin yıllarca iliğini kemiğini emmiş kapitülasyonlar, ellerindeki en büyük kozlarıydı.
Mustafa Kemal Atatürk ve onun Lozan'a gönderdiği heyetin başındaki İsmet İnönü, hakkımız olan özgürlüğümüzü almak için olağanüstü direnç gösterdi.
Ve nihayet 24 Temmuz 1923 günü Türkiye'nin Tapusunu, başta Lord Curzon olmak üzere tüm delegasyona imzalattı.
Özgürlüğümüzün belgesidir Lozan.
Üzerinde çok konuşuldu biliyorsunuz.
Özellikle Atatürk düşmanları, antlaşmanın gizli maddeleri olduğunu iddia ettiler.
Neymiş,
Madenlerimize dokunamıyormuşuz.
Lozan’daki gizli maddeler petrol çıkarmamızın önündeki en büyük engelmiş.
Daha birkaç ay önce Lozan'ın yüzüncü yılı dolmadan, Gabar'da petrol çıkardığımızı söyleyenler de Lozan'da gizli maddeler bulunduğunu iddia edenlerdi oysa.
Dedim ya garip bir ülkeyiz vesselam.
Lozan, özgürlüğümüzün belgesi olduğu gibi ülkemizin de tapu senedidir.
Lozan Barış Antlaşması üzerinde çok fazla şey daha yazılabilir belki ama antlaşma aslında özetle şunu söylüyor bize.
Türkiye Türk'lerindir ve öyle kalacaktır.
Kutlu olsun.