Yazının hazırlıkları sırasında gezindiğim bir televizyon kanalındaki haber programında konuşan Doç.Dr. unvanlı bir bilim insanı, şu an yaşamakta olduğumuz durumu bir 'ekonomik buhran' olarak değerlendirirken, bu durumun oluşmasında hükümetin sorumlu olduğunu ama toplumsal olarak hepimizin de sorumluluğu olduğuna söyledi.
Buhran ki, eş anlamı krizdir.
Yaşanmakta olan duruma ''Ekonomik Kriz'' demeye dilimiz varmadığı için ''Buhran'' olarak adlandırıyoruz genellikle.
Pandemiyle birlikte global ölçekte ekonomik sorun yaşandığını biliyoruz.
Bu durum gelişmiş ülkelerde insanları ne kadar etkiliyor bilmiyorum ama bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki insanları daha fazla etkilediği yadsınamaz bir gerçektir.
Bu duruma yani yaşanmakta olan ekonomik krize neden gelindi?
Bu soruya öncelikle doğru bir yanıt bulmamız gerektiğini düşünüyorum.
O Tv programını yöneten gazetecinin konuklarına soru yöneltirken yaşanmakta olan duruma stokçuların neden olabileceği bir neden vurgusu gibi, krizin sebeplerden biridir elbette ama asıl neden bence ülkemizin hızla üretimden uzaklaşmasıdır.
Stokçuların sebep olduğu durumu ilk gençlik yıllarımızda yaşayan biriyim.
1977 ve 1978 yıllarıydı, margarin stoklanıyordu.
Ayçiçeği yağı, tüpgaz stokçuları da vardı.
Bütün dünyayı etkileyen petrol krizi nedeniyle akaryakıt zaten karne ile satılıyordu ama Samsun'un kenar mahallelerinde gazyağı stoklayanlara yapılan baskınların haberini yaptığımızı bile hatırlarım.
TÜSİAD'ın Ecevit hükümetini devirmek için gazetelere ilan verdiklerini unutmuş değiliz.
Zor yıllardı 70'ler.
Petrol krizinin yanı sıra, Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle ülkemize uygulanan ekonomik ambargo, hepimize zor günler yaşatmıştı.
''Haşhaş ekimini yasakla'' diye emir buyurdu Coni.
''Bunun için bize emir veremezsin'' dedi Rahmetli Ecevit.
Bir ambargoda bunun için yedik biliyorsunuz.
Bizim kuşağın gençlerinin sokaklarda ''Morrison Süleyman'' diye sloganlar attığı günlerde, Rahmetli Demirel de ABD’nin dayatmalarına karşı Seydişehir Alüminyum’u ve İskenderun Demir Çelik fabrikalarını Rus’lara yaptırmıştı.
Ambargolar yetmezmiş gibi bu ülkenin gençleri, emperyalistlerin oyununa gelerek sokaklarda biri birlerini boğazlıyordu.
Bunlarla imtihan olduk biz.
24 Ocak, 5 Nisan ve 2001 krizlerini aşarken, bir kısmımız heder oldu ama hepsini aştık çok şükür.
Krizlere karşı şerbetliyiz yani.
TÜİK yüzde 21 olarak açıklamaya gayret gösterse de gerçek enflasyonun yüzde 50'yi aştığını hepimiz biliyoruz.
Şimdi yaşanan durumu dış güçlere bağlayanlar var ama ülkemize karşı 70'lerdeki gibi öyle açık-seçik bir ambargo uygulandığı da söylenemez.
Her ne yaptıysak aslında biz kendimiz yaptık kendimize.
Doların ateşi yakıyorsa şu sıralar hepimizi, bunun için kendimiz ne zaman suçlayacağız.
Faizin Allah belasını versin ama emir ve komutayla düşürmeye kalktıkça doların iştahı da kabarıyor.
Bu durumun oluşmasında vatandaşlar ne kadar sorumludur bilemedim ama yazının hazırlandığı sırada dolar 13 lira 74 kuruştu piyasalarda ki, yılbaşında 7,38 civarındaydı.
Yüzde 80 dolayında bir atış yaşanmış yani.
Buna karşın TÜİK enflasyonu yüzde 21 olarak açıklıyor.
Ne garip.
Çok da şaşırmamak lazım aslında.
Yazının hazırlandığı sırada asgari ücret tespit komisyonu üçüncü ve son toplantısını yapmıştı.
Muhtemelen hafta başında kaç lira olacağı açıklanacak.
Beklenti, yüzde 40 dolayında bir atışla yeni asgari ücretin 4 bin lira dolayında olmasıdır.
Bu şekilde açıklanırsa muhtemelen ''Asgari ücrete enflasyonun iki katı zam yaptık'' diye söylenecek.
Yetmez ama olsun.
Varsın öyle söylensin ama yeter ki yapılsın.
Asgari ücret zammı, işçi, memur ve emeklilerin de maaşlarının o oranda artmasını sağlayacak.
Bu durum hem iyi, hem de kötü bir haberi de beraberinde getirecek.
Ücret artışları kısmı bir iyileşme yaşatacaktır ama Mart ayı itibariyle piyasalarda yeni fiyat artışlarını da beraberinde getirecektir.
Umarım yanılırım.
Daha önceki krizleri nasıl yendiysek, bunu da yeneceğiz biliyorum ama umarım ve dilerim bu krizi de en az hasarla atlatırız.