Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
Nazım Hikmet
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
Çok şey yazılıp söyleneceği bu günün kutlanmasına, ABD'nin New York kentindeki bir dokuma, fabrikasında, ağır çalışma koşullarına rağmen çok az ücret aldıkları için, greve giden kadınların üzerine kapının kilitlenmesinden sonra çıkan yangında 120 kadının feci şekilde can vermesiyle başlandığını ben de biliyorum.
Bu neden de önemlidir.
Ve asla unutulmamalıdır elbette.
Ama ben günümüzdeki bizim kadınlarımızı yazmak isterim.
Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye destanında anlattığı gibi kurtuluşumuzu borçlu olduğumuz bizim kadınlarımızı.
Memesinde süt yokken, bebeğini karla doyuran, cepheye taşıması için kendisine emanet edilen mermilerin bozulmasını önlemek için de, kundağını mermilere sardığı için, bebesinin donarak ölmesine bile aldırmayan Şerife Bacı gibi kahramanlar bir daha çıkarımı bu topraklarda bilmiyorum.
Umarım öyle günleri bir daha yaşamayız.
Ve Şerife Bacı özelinde kahramanları çıkarma ihtiyacını da duymayız.
Gazetenin ekibiyle birkaç gündür sahada seçim nabzı yokluyoruz.
İnsanlarımızın yaklaşan yerel seçimlerle ilgili tercihlerini öğrenmeye çalışıyoruz yani.
Çarşıda pazarda kadınlara da rastlıyoruz.
Kentli kadınların çoğu tercihini söylemekte bir sakınca görmüyor ama özellikle kırsalda rastladıklarımızın çoğu ‘’Kime oy vereceksin?’’ şeklindeki sorumuza ya cevap vermiyor, ya da ‘’Kocam bilir’’ diyor.
Her birinin bir fikri vardır elbette.
Ama söyleyemiyorlar.
Kocası yanındayken, kendi fikrini O’nun söylemesini istiyorlar.
Yalnızken düşüncesini açıklamıyorlar.
Korkuyorlar zahir.
Hiç yaşamamış gibiler.
Yaşamamış gibi de ölüyorlar.
Ne de olsa, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra geliyor.
‘’Bu çağda olur mu böyle demeyin’’
Oluyor.
Maalesef.