Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un "Yoksulluk, Türkiye için sorun olmaktan kalktı." dediği gün, Samsunda işsiz kalan mobilya ustası bir genç adam, bir eline ''iş'', diğerine de ''aş'' yazdıktan sonra yol kenarındaki korkuluklara kendisini asarak, intihar etmişti.
Boş vakitlerimde çoğu zaman müzik dinlerim.
Dinlediklerimden çoğu da türkülerdir.
Mahsuni Şerif'i de dinlerdik ama bizim kuşağın insanları 'Bozkırın Tezenesi' olarak anılan Neşe Ertaş'ı dinlemeye de bayılırdı.
Rahmetlinin, Karacoğlan'dan alınma olduğunu bildiğimiz ve dillerimize pelesenk olan türkülerinden biri de 'bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm'dü.
Hatırladınız mı?
Hani.
Vara vara geldim bu kara taşa
Yazılan gelir sağ olan başa..
Bizi hasret koyan gama kardaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, biri de ölüm..
Diye başlayan o deyişi.
Tevekkül anlayışımız vardır elbette ki, bu da imanımızın gereğidir.
Kadere inanırız yani.
Ve fakat.
Hikmetinden sual olunmaz Yüce Allah’ın bizlere kaderimizi değiştirme yetkisi verdiğini de biliriz.
Peki..
Yoksulluk kader midir?
Buna inananlar var.
Daha doğrusu buna inandırılmış insanlar var.
Hem de çok.
Oysa yoksulluk kader değildir.
Yoksulluk bir sonuçtur.
Hele de.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un "artık refahı paylaşma aşamasına geçtik" dediği ve böyle olduğunu iddia ettiği bir dönemde, yoksulluğun bir kader olduğuna inanmak çok zor.
Refah arttıkça ve de adil biçimde paylaşıldıkça, yoksulluk azalır.
Bu doğru.
Bakan, ülkemizde refahın arttığını iddia ediyor.
Görece doğrudur.
Ama kimin için.
Ve neye göre.
İşsiz kalmasının bir sonucu olarak, kanser hastası olan karısının acılarını dindirecek çareyi bulma imkanı bulamayan o gencin hazin sonunu, ''kader'' diye tanımlayabilir miyiz?
Buna ‘’kader’’ diyebilmek, vicdanları, cüzdanlarına sıkışmış insanların yapacağı bir tanım olur ancak.
Bir insan neden canına kıyar.
Ve bunu, günahların en büyüğü olduğunu bile bile neden yapar.
Bir eline iş, diğer eline de aş yazarak ölüme giden bu genç adamın intiharı, Samsun'da yaşanan ilk intihar vakası da değil üstelik.
Daha geçenlerde bir genç avukat canına kıydı.
Tıpkı, iki ay kadar önce 6. kattaki evinin balkonundan kendisini bıraktığı boşlukta beton zemine çakılan genç kız gibi.
Demem o ki;
İntihar vakalarına sık rastlamaya baladık.
Siz hiç intihar vakasına şahit oldunuz mu?
Ben oldum.
1980 yılının Ağustos ayı idi.
Günaydın gazetesinin Samsun Muhabiri Ferruh Çetin'in yanında çalışıyordum ama bizim kuşağın gençleri o tarihlerde bir birini boğazlıyordu.
Bir kör kurşunun beni de bulmasından korktuğum için şehirden uzaklaşmak adına İzmir Fuarı’ndaki Luna Park'ta bir fotoğrafçıda iş bulmuştum.
Genç bir kadın gözlerimin önünde dönme dolabın en yükseğe çıktığı sırada kendisini Luna Park'ın beton zeminine atmıştı.
Düştüğü yerde ölümü beklerken, gözlerindeki çaresizlik sadece fotoğraf makinemin objektifine yansımadı.
O bakış, hafızama da çakıldı.
Aradan kırk koca yıl geçti ama kimi zaman o bakışı hala dün görmüş gibi olurum.
İnsanları kendi canına kıymaya götüren sonuçlardan biri ''bunalım'' diye tanımlanıyor biliyorsunuz.
Ki;
Bir insanın bunalıma girme nedenlerinden biri ve belki d en yaygın olanı yoksulluğun oluşturduğu çaresizliktir.
Tekkeköy'de de bir aile, rezil yoksulluğun sonucu olarak bebeklerinin kucaklarında ölüme gitmelerine tanık olmuştu.
Kübra Bebek vakası, hatırlayanların vicdanlarında hala derin bir yaradır.
Bakan'ın söylediği gibi, yoksulluk artık ülkemiz için bir sorun olmaktan çıkıp, refahın paylaşıldığı döneme ulaşmış olsak, intihar vakalarına bu kadar sık rastlar mıydık?
Sanmam.
Ama refahın adilce paylaşılacağı günlere ulaşmamızı gönülden dilerim.