Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu'yu dinlerdik tek kanallı TV'de.
Bir tek TRT vardı o vakitler.
İbrahim Agah Çubukçu hoca o etlileyici sesiyle anlattıklarıyla dinimizi doğru anlamamızı sağlayan en etkili din adamıydı.
Belediyelerin iftar sofraları kurulmazdı o vakitler.
Bu nedenle evimizde açardık orucumuzu.
70'li yılların ikinci yarısıydı.
Ve 80'lerin başı.
O yılların ramazanında yoksullar yine gözetilirdi. Kimi zaman konu komşu, kimi zaman mahallenin varlıklıları tarafından.
Kimse onların yoksulluklarını afişe etmeden usulca. Yani suhuletle yapılırdı yardımlar.
Ben genç bir gazeteciydim. O tarihlerde bir iftar sofrasına konuk olduğumu hatırlamıyorum.
Sanırım o vakitler böyle bir uygulama yoktu.
Sonra ne zaman başladığını tam kestiremediğim iftar sofrlaları kurulmaya başladı.
Ben de bir kaçına katılırım iftar davetlerinin.
Ama çoklukla utanırım bu davete gitmekten.
Nedendir bilemediğim bir suçluluk duygusununa kapılırım.
Keşke hiç olmasa ve ben bu sofralara hiç oturmasam.
Özellikle de belediyelerin düzenledikleri bu sofralar hiç olmasa.
Belediyelerin, sadece kuş sütü ve kuru üzümün eksik olduğu bu zengin sofralarına harcananları, iftar sofrasında bir kuru ekmeğe muhtaç olanlara vermeleri daha doğru değil mi?
Diyeceksiniz ki; "Belediyeler mahalle aralarında kurdukları sofralarda ve iftar çadırlarında halka iftar veriyor"
Doğrudur. Bunu yapanlar var elbet.
Ama ben nice onurlu insan bilirim. Kuru ekmeğe razı olup o sofralara gitmekten utanan.
Herkes mahallesindeki yosulu bilir. Özelliklede muhtarlar.
İİftar çadırı ve iftar sofraları kurmak yerine mahalledeki yoksula yardım götürmek daha doğru olmaz mı?
Kimse görmeden, bilmeden ama….
Gösterişten uzak biçimde….
Sanırım bunu yapmaz hiç bir belediye.
Oy getirmez böyle bir davranış.
Her şey değişiyor maalesef.
Biz, bazı hasletlerimizi de kaybediyoruz galiba.
İnsanlığımızdan çıktığımızı bile fark etmeden.
Demem o ki; Ben ömrüm olursa seneye iftar sofrlarına katılmayacağım.
Arkadaşlarıma da katılmamalarını telkin edeceğim.
Siz de öyle yapın isterim.