Uzakdoğu'da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
İktidar Türkiye’yi yönetirken savaştan kaçanlara kapılarını açtı. Türkiye Suriyeli ve Iraklılarla doldu.
Kentlerde mahallelerde toplanıp sanki kendi kolonilerini kurdular. Samsun’da toplandıkları nokta ise genellikle Çiftlik Caddesi’nin üst tarafları oldu. Sokaklar Arapça tabelalarla doldu taştı.
Geçici işlerde çalışır oldular, Kendi dükkânlarını açtılar. Tabi bu yabancılar geldikten sonra Samsun’daki işsiz sayısı da arttı haliyle.
Şimdi yeni yabancıların geleceği anlamı taşıyan ifadeler dolaşıp duruyor. Bir taraftan Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesi vatandaşlar tarafından istenirken İktidar, kendilerine vatandaşlık yolunu açıyor.
Bunun ileriki yıllardaki anlamı Türkiye’nin sinsice Araplaştırılması gibi geliyor bana.
Türkiye’den de çalışmak üzere Avrupa ülkelerine iş gücü transferi vardı, vardı da Avrupa Ülkelerine giden Türk vatandaşları gittikleri ülkelerin yasalarına uyuyorlardı.
Türkiye’deki Suriyeliler hangi ölçüde uyuyorlar Türkiye’nin yasalarına, bunu pek anlamıyorum işte.
Türkiye’nin üretimi, gelirleri artık ülkelerinden kaçan yeni insanları taşıyacak durumda değil. Gelen her yabancı Türk vatandaşının ekmeğinden götürüyor.
Misafirin başımızın üzerinde yeri vardır, vardır da misafir de misafirliğini bilecek. En iyi misafir erken gidendir derler ya…
Diyeceğim kısaca şu: Artık tas ağzına kadar doldu, bir gül yaprağı bile taşırır bu tası. O nedenle yeni gül yaprağı da kaldıramaz bu tas, deve dikenini de…
Bunu Türkiye’yi yönetenler de görmeli ve Türk insanının misafirperverliğini sürekli kullanmaya kalkmamalı.
Türkiye’de bir zamanlar Amerikan donanması gitmeli giye eylem yapılıyordu, iktidar korkusu da bir yere kadardır, Suriyeliler için de böyle eylemler başlarsa şaşırmamak gerekir. Çünkü insanlar ekmeklerini bir yere kadar bölüşebilirler.
GÜNÜN SÖZÜ
Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetlerine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. (M. Kemal ATATÜRK)