"Ben Samsun’u ve Samsun Halkını gördüğüm zaman, memlekete ve millete ait bütün düşünce ve kararlarımın yerine getirilebileceğine dair bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve durumlarında gördüğüm gözlerinden okuduğum vatanseverlik ve fedakarlık ; ümit ve tasavvurlarımı olumlu bir inanca götürmeye yetmişti..."
Mustafa Kemal Atatürk, o efsanevi ve kutlu yolculuğu başlatmak için 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’da böyle düşünmüştü.
Çünkü, 18 arkadaşıyla birlikte bindiği Bandırma vapuruyla Samsun’a hareket ettiği 16 Mayıs’tan bir gün önce yani 15 Mayıs 1919’da emperyalist İngilizlerin şımarttığı Yunan palikaryalarının çizmeleri, İzmir’de mübarek vatan topraklarını kirletmeye başlamıştı.
Payitahtımız İstanbul da, İngiliz işgali altındaydı.
Şehzadebaşı karakolundaki masum vatan evlatları şehit edilirken, Meclis-i Mebusan, İngiliz askerlerince basılmış, Meclisimiz, millet adına karar alamaz hale gelmişti.
Maraş ve Antep’i Fransız, Antalya ve çevresindeki vatan topraklarını ise İtalyan askerleri kirletiyordu.
Emperyalistlerin şımarttığı Ermeni ve Rum komitacılar bu toprakların sahibi müslüman halka zulmediyor, kadın ve kızlarının iffetine tasallut ediyordu.
Sevr gibi bir utanç belgesini imzalayan Padişah ise bütün bu olup biteni sarayından seyrediyordu.
Mustafa Kemal ise Samsun’dan sonra gittiği Amasya’da “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diye not düştüğü Amasya Tamimi’yle Türk Milletinin bağımsılık manifestosunu yayınlıyordu.
Daha sonra topladığı Erzurum Kongresinde alınan karalar arasında ilk sıraya “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz…” şeklindeki maddeyi yerleştiriyordu.
“Amerikan mandasını kabul edelim” şeklindeki tartışmalarla toplansa da Sivas Kongresinden yükselen “Ya istiklal, ya ölüm” sesleri ise Türk Milletinin, düşman işgali altındaki vatanını kurtarmaya dönük kararının kesin bir ifadesiydi.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan 7 ay sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, yüz yıl önce 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’ni açtı ve milletin temsilcilerini Ankara’da topladı.
O günlerde, İnönü Savaşları’nda durdurulsa da, düşman Sakarya Nehrini geçerek, Ankara yakınlarına kadar geldi.
Top sesleri altında toplanan Gazi Meclisimizin Başkomutan olarak atadığı Mustafa Kemal’in komutasındaki kahraman ordumuzun, Sakarya meydan Muharebesinden sonra 26 Ağustos 1922’de başlattığı Büyük Taarruz, 30 Ağustos’da Zafer’le sonuçlanacaktı.
9 Eylül’de İzmir’e ulaşan ordumuzun son düşman askerini de denize dökmesinin ardından yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu.
Bununla birlikte yüz yıl önce egemenlik, tek kişiden alınıp milletin eline geçti.
Günümüzde etkisinin azaldığına dair eleştiriler yapılsa da, bugün Gazi Meclisimizin 100. yılını kutluyoruz.
Ve fakat
Buruk bir kutlama olacak.
Bu Korona pandemisi nedeniyle zor günlerden geçiyoruz.
“Hayatevesığar” parolasıyla evlerimizde izole vaziyetteyiz.
Gözlerimizi ve kulaklarımızı televizyon ekranlarına çevirdik.
Akşam saat 19’u gösterdiğinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ın açıklamasını bekliyoruz.
Dikkat kesiliyoruz.
Kayıplarımızı sayıyor.
Sayı arttığında üzülüyor, azaldığında seviniyoruz.
Kayıp sayımızın 100 dolayında seyretmesine sevinir hale geldik.
Bunu da yeneceğiz elbette.
Ama korona sonrası da zor günlerimiz olacak.
Birçok kişi işini kaybedecek.
Korona korkusu, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u, Milletvekilleri ve dahi Cumhurbaşkanı’na bile meclisteki 100. Yıl kutlamalarına “Katılmasanız iyi olur” deme noktasına kadar getirdi.
Yüzüncü yılımızı sokaklarda ve meydanlarda coşkuyla kutlayamayacağız ama bu akşam saat 21’i gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil hep birlikte yani millet olarak İstiklal marşımızı okuyup söyleyeceğiz.
Belki de ilk defa olacak bu.
Her şeye rağmen coşkuluyuz hala.
Millet olmanın erdemini bütün benliğimizde hissedeceğiz yeniden.
Meclisimizin yüzüncü yılı kutlu olsun hepimize.
Ne Mutlu Türk’üm diyebilene..