17 bilemedin 18 yaşındaydım.
1976 yılında Günaydın Gazetesinin Samsun Bürosuna Ofis Boy olarak yani getir-götür işleri için girmiştim.
Bir süre sonra elime fotoğraf makinesi vermişti Ferruh Çetin, Halk Eğitim Merkezinde tamamlanan bir kursun mezuniyet törenine göndermişti beni Usta.
Elim ve ayağımın bir birine dolandığını hissetmiştim. Zira makine tutmasını bile bilmiyordum henüz. Şimdi Küçük Pazar denilen yerde Zafer Sineması vardı eskiden tam onun köşesinde rastladım Doğan Kaynar’a.
‘’Nereye gidiyorsun?’’ diye sordu.
Sanırım heyecanımı ve korkumu anlamıştı.
Makineyi nasıl tutacağımı not alırken de nelere dikkat etmem gerektiğini söyledi bana.
İlk dersi ondan almıştım.
Onu bu kadar çok sevmemin nedeni de bu olsa gerek.
O melun hastalığa yakalandığını duymuştum ama hastalığının detaylarını oğlu Cem’den öğrenmiştim.
Anladı mı bilmem ama hastalığının ne olduğu söylenmemişti. Çok duygusal bir insandı Doğan Abi. Çocuk gibiydi tıpkı.
Hasta yatağında bikaç kere ziyaret ettim onu.
Ben onu, o da beni görünce gözyaşlarımıza pek hakim olamazdık. O bakımdan çok kalamazdım yanında.
Bir süredir makineye bağlı yaşadığını öğrenince oğlu Cem’den almaya başlamıştık sağlık durumu ile ilgili haberleri.
İyi değildi sağlık durumu.
Dün öğle saatlerinde Cem arayınca, cevap vermeye bile korktum.
Sanırım o haberi duymak istemiyordum.
‘’Cem, babamı kaybettik Abi’’ deyince, çok anımız var rahmetliyle bizim ama ilk o ders aklıma düştü.
Cuma namazına 5 -10 dakika kala Hakka yürüdü Doğan Kaynar.
Çok kişiye iyiliği ve yardımı dokunmuştur Rahmetlinin.
Kimseyi kırdığına tanık olmadım.
Ama o çok çabuk incinir ve kırılırdı.
Bir çocuk gibi kırıldıklarına bir süre küserdi ama 2 saati geçmezdi küskünlüğü.
Bugün sonsuz yolculuğuna uğurlayacağız kendisini.
Nur gölünde uyursun İnşallah.
Bizim ne hakkımız olur ki sana ama hepsi helal olsun da, asıl sen bize helal et hakkını Sevgili Doğan Abi.