Samsun’un gözbebeği iki kuruluştan biri olan OMÜ’nün Rektörü Prof. Dr.Yavuz Ünal Yavuz’a gönülden başarı dilerim.
Bu dileğimi, atama yönetimini doğru bulmamakla birlikte yapıyorum ki, 1982 yılından bu yana seçim sonuçlarına göre yapılan bütün rektör atamaları tartışmalıydı zaten.
Rektör, göreve yeni başladığı günlerde ‘Demokratik Üniversite’ hayalinden söz etmişti.
Dün ‘Basın Toplantısı’ adı altında gazetecilerle tanışma toplantısında da bu dileğini yineledi.
‘Kayyım Rektör’ tartışmalarının gündemde olduğu günümüzde OMÜ Rektörü’nün demokratik üniversite hayali gerçekleştirilebilir bir ideal olduğuna inanmadığımı peşinen söylemek isterim.
Rektör istese bile, ülkemizde üniversitelerde demokratik bir yapının oluşmasına izin verileceğine inanmıyorum.
Basınla tanışma toplantısına iyi hazırlanmış Rektör.
Sorularımıza da içtenlikle cevap verdi.
Sorularımızdan biri OMÜ’deki bilim insanları tarafından yayınlanması gereken bilimsel makale sayılarının azalmasıyla ilgiliydi ki, Hoca da bunu kabul ediyor.
Samsun halkının gurur duyduğu OMÜ’nün, bilime uluslararası düzeyde verdiği katkılar nedeniyle Türk halkının da gurur duyacağı bir yapıya kavuşması için gerekli adımların atılacağını söylemesini, iyi niyetli bir yaklaşım olarak değerlendirmek mümkün ama bunun gerçekleşmesi için ne gibi adımlar atılacak bunu zamanla göreceğiz.
Bir başka sorumuz da, kuruluşundan bu yana tıp fakültesinin gösterdiği gelişmenin yanı sıra, hastanenin otelcilik hizmetinde çuvallamasına dair görüşümüzü de kabul etmesi, samimiyetinin bir göstergesiydi.
Bu sorunun akşamdan sabaha çözülemeyeceğini ben de biliyorum.
Hoca da bunu söylüyor zaten.
Rekör, göreve pandemi döneminde geldi biliyorsunuz.
Pandemi süreci bitmeden de üniversitedeki fiziki aksaklıkların düzeltilmesi için gerekli adımları atamayacaktır.
Rektörün basın toplantısında işaret ettiği bir başka konu da, üniversite şehir işbirliğinin sağlanmasıydı.
Bir başka deyişle üniversite sanayi işbirliğinin sağlanabilmesi konusuydu.
OMÜ, şehirle herkesi memnun edecek düzeyde bir bağ kurmadı maalesef.
Bu durum sadece OMÜ ve Samsun şehrine özgü bir durum da değil üstelik.
Aşağı yukarı bütün şehirlerde bu durum konuşulur.
Samsun’da bu konu çok uzun süredir tartışılır.
Bilgi kolay edilebilir bir olgu değildir.
Kolay ulaşılabilir olduğu gibi yanlış bir düşünce var maalesef, oysa bilgiye ulaşmak, zaman ve emek gerektirir.
Bilginin bir bedeli olmalı.
İş insanları, bilim insanlarının yıllarca emek harcayarak elde ettikleri bilgiye kısa yoldan ve bir bedel ödemeden ulaşmak istiyor.
Olacak iş değil tabi.
Bu nedenle, arzulanıyor olsa da, üniversite şehir işbirliği bir türlü gerçekleşemiyor.
Rektör Yavuz Ünal da, tıpkı ondan önce görev yapmış rektörler gibi üniversitenin şehirle işbirliğini önemsiyor olmalı.
Ki;
Basın bültenine bu görüşüne dair düşüncelerini koymuş zaten.
Ben de bu işbirliğinin gerçekleşmesini çok isterim.
Bunun olması için zamana ihtiyacımız olduğunu söylemeyeceğim elbette.
O aşamayı çoktan geçtik.
Bir zihniyet devrimine ihtiyacımız olduğunu sanırım herkes biliyor artık.
Rektörün de, OMÜ-Sanayi işbirliğinden daha çok, OMÜ, Sağlık Endüstrisi ve daha doğrusu sağlık turizmi üzerine katkılardan söz etmesi, OMÜ-Sanayi İşbirliğinin gerçekleşmesi durumunun şimdilik uzak bir ihtimal gibi gösteriyor bize.
Mesleğe 46 yıl önce onun yanında başladığım Ferruh Çetin’i 6 yıl önce kaybettik.
Enteresan adamdı Ferruh Çetin.
Hayatı dalgaya alırdı.
Her konuya da, ciddi olup olmadığına bakmaksızın ‘’Abidik – Gubidik işler’’ diye yaklaşımda bulunurdu.
Buna karşın hep ciddi haberlere imza atmıştı.
İşini ciddiye almaz gibi görünse de giyimi kuşamına gösterdiği özen aslında işini de ciddiye aldığını gösteriyordu.
Hiç ölmeyecek gibi yaşadı.
Bu nedenle hiç hasta bile olmayacağını düşünmüştüm hep.
O illete yakalandığını öğrendiğimdeki şaşkınlığımın nedeni bundandır.
Onunla geçirdiğim günlerin özlemini duyuyorum sıklıkla.
Özlüyorum galiba ilk ustamı.
Sadece Ferruh Çetin’le de sınırlı değil kaybettiğim meslek büyüklerine duyduğum özlem.
Ertuğrul Veyisoğlu’nu yitireli 37 yıl olmuş ama onunla birlikte haber peşinde koştuğumuz günler daha dün gibi sanki.
Tercüman’da çalışırken büro şefimiz İsmet Hatipoğlu’na saygı ile karışık biraz da korku duyardım mesela. Daha sonra Bedel’i çıkarırken ortaklık yapsak da, aradan 45 yıl gibi bir süre geçmiş olsa da İsmet Abi’den neden korktuğumu hala anlayabilmiş değilim mesela.
Avni Kaynar’a çok saygı duyardım.
Nazif Demirel’i eğlenceli bulurdum.
Keza Bahri Altay’ı da öyle.
Adem Bilir de hayatı dalgaya alan ustalardandı.
Babamla yaşıt olsa da Doğan Kaynar’la ve Necdet Şensoy’la arkadaşlık yapmaktan keyif alırdım.
Cemal Süreyya’nın hayat kısa, kuşlar uçuyor sahiden dizelerindeki gibi zaman akıp gidiyor.
Facebook hatırlatmasa, Ferruh Abi’yi yitirdiğimiz günün üzerinden altı yıl geçtiğini anlamayacaktım bile.