Ekonomi biliminin duayen isimlerinden Prof. Dr. Kenan Mortan, ''MEKTUP'' adı altında kaleme aldığı yazılarını her hafta dostlarıyla paylaşır.
Hoca, sağolsun, bizi de dostlarından biri olarak kabul etmiş ki, her hafta MEKTUP'unu benimle de paylaşır.
Mektup, bu hafta Prof. Dr. Emin Atasoy'un ''Filipinler Cumhuriyeti / Gezdim-Gördüm-Yazdım'' adlı kitabından alıntılar içeriyordu.
Filipinler, 321 bin kilometrekare üzerinde 7 bin 641 adaya yayılmış olan ve adını işgalci İspanyol Kralı Filip’den almış adalar topluluğu olarak ABD'nin ileri bir karakolu olarak görev yapar.
Çünkü Filipinler, ABD için Çin suları öncesi bir deniz kapısıdır.
Filipinleri 21 yıl 'Tek Adam' olarak yönetmiş Marcos ve Karısı İmelda'nın lüks içinde yaşanmış hayatlarından yola çıkarak zengin bir ülke olarak biliriz ama bunun aksine ülke dünyanın yoksul ülkelerinden biridir.
Çünkü kişi başına düşen milli gelir sadece 3 bin 859 dolardır.
110 milyon nüfuslu Filipinlerde ailelerin yüzde 70’den fazlası yoksul ve mutsuzdur.
Bu nedenle de ilk fırsatta yurt dışına kaçıp, orada para kazanmayı hedeflemektedirler.
12 milyondan fazla Filipinli dünyanın farklı ülkelerinde işçi, aşçı, çocuk bakıcısı, temizlikçi ve benzeri işlerde çalışmaktadır.
Prof. Dr. Atasoy'un ifadesiyle Filipin adalarında yoksulluk bir başkadır…
Filipinler, 1899-1946 arasında ABD işgalinde kalmış. Ülke daha sonraları bağımsızlığını kazanmış ancak, bu kez ABD’ye ikili savunma anlaşmalarıyla bağlı kalmış.
Yine Dr. Atasoy'un ifadesiyle Filipinlerde görev yapan ABD’li askerlerden olma 250 bin dolayında Amerasian var.
Bu nedenle, zengin bir beyazla evlenmek, en az bir çocuk doğurmak ve bu ülkeden kaçıp gitmek, binlerce genç Filipinli genç kız için afişe edemedikleri bir amaç, bir hedef, bir istek olduğu biliniyor.
Emin Atasoy'un ''Filipinler Cumhuriyeti / Gezdim-Gördüm-Yazdım'' adlı kitabındaki şu satırlar size ne hatırlatır bilmem:
''Filipinler, dünyanın en büyük tarım üreticilerinden birisi olması gerekirken dünyanın en çok tarım ürünü ithal eden ülkeleri arasında yer alması utanç vericidir. Ülkede sanayi yapısı tümüyle montajcı, buna bir de 'uyuşturucu cenneti' özelliğini ekleyelim. Filipin adalarında bir ailenin nasıl geçindiğini ve para kazandığını, kimin çalışıp, kimin çalışmadığını, kimin işe gidip kimin işe gitmediğini asla anlayamazsınız. 'Nereden geliyor bu değirmenin suyu?’ diye sormadan edemiyor insan.''
Sahi Prof. Dr. Emin Atasoy’un Filipinleri analiz ettiği kitabı size ne anlattı bilmiyorum ama Mehmet Akif Ersoy'un 'Safahat'ındaki "Tarih"i tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?'' sözünü tekzip edercesine, 21 yıllık Marcos dönemindeki yolsuzluk, usulsüzlüğün hüküm sürdüğü 'Tek Adam' rejiminden ders alınmamış olmalı ki; halkının 3 bin 859 dolarlık milli gelire mahkum edildiği Filipinleri şimdilerde, geçen yıl seçilen Marcos'un oğlu yönetiyor.
Marcos'un oğlu Başkan seçildiğine göre Filipinlerde bir seçim yapılmış elbette.
Hal böyleyken, Filipinlerde demokrasiden söz edebilir miyiz?
Şeklen demokrasiden söz edebiliriz elbette.
Torun nöbeti için geçen ayı İstanbul'da geçirmiştik.
Biz İstanbul'da iken, oğlum ve gelin kızım, kentsel dönüşüme giren evlerini boşaltmak zorunda oldukları için yeni bir eve taşınmak zorunda kaldılar.
Kiraladıkları yeni evi temizlemek için Özbek bir abla ve kız kardeşi ile anlamış çocuklarımız.
Karım ve ben de o temizliğe nezaret ettik haliyle.
Küçük kardeş öğrenciymiş ama emekli bir hemşire olduğunu söyleyen abla, kırık Türkçesiyle üç çocuğunu ve eşini Taşkent'de bırakmak zorunda kaldığını anlatıyordu.
''Neden geldin?'' diye sorduğumda, Özbekistan'da 150 dolar emekli maaşı aldığını bu nedenle daha çok para kazanmak için ülkemize geldiğini söyledi.
Özbekistan'da Temmuz ayında yapılan seçimlerde Liberal Demokrat Parti'nin adayı Şevket Mirziyoyev oyların yüzde 87,05'ini alarak Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Sandıktan böyle bir sonuç çıkmış.
Sandığa atılanlar da, sandıktan çıkanlar böyledir elbette.
Ve fakat.
Özbekistan için demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği bir ülke diyebilir ve bunu iddia edebilir miyiz?
Özbekistan'da da, Filipinlerde de demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla işliyor olsa insanlar bir aylık emeklerine biçilen 150 dolar için razı olur, bizdeki ''Buna de şükür'' der ve peşinden de ''Allah devlete ve millete zeval vermesin'' diye dua eder mi?
Marcos'un karısı İmelda'nın bin çift ayakkabı sahibi olurken onları almak için halkın parasını çaldığı biliniyorken üstelik.
Demokrasi, halkın oylarıyla yöneticilerini seçmesi ve kendi kaderini tayin etmesi demektir elbette.
Ancak, demokrasi biraz da, aylık 150 dolarla geçinmek zorunda bırakılması nedeniyle emekli bir hemşirenin insanca-hakça yaşamı yakalayabilmek umuduyla eşini ve çocuklarını binlerce kilometre uzakta bırakıp, ülkemizde evlerimizi temizlemek zorunda kalma durumunu sorgulayabilme olanağını sağlayan rejimin adıdır aslında.