Türkiye’de ve de Samsun’da siyaset, kentler ve bu kentlerde yaşayan vatandaşlar için mi yapılıyor yoksa Siyasi Partiler için mi? Bu sorunun yanıtını vatandaşlar kendi beyinlerinde sorgulayıp yanıtlamalıdır. Eğer bana sorarsanız Samsun’daki siyasetçiler Samsun için değil de kendi partilerinin geleceği için siyaset yapıyorlar. Toplum için politika üretemiyorlar.
Samsun’un özellikle de yaz aylarında gidilecek en önemli merkezlerinden birisi Atakum sahilidir.
CHP’nin bu ilçede seçimi kazanmasının ardından sadece CHP için mi politika üretiliyor burada yoksa Atakum halkı için mi? Soruyu böyle sorunca daha önce AK Parti halk için mi yoksa AK Parti için mi politikalar üretti bölgede sorusuyla da karşılaşmak mümkün olur elbette.
Atakum müziğin yüksek perdeden çalındığı bir bölgedir Samsun’da AK Parti döneminde de böyleydi, Cemil Deveci göreve başladıktan sonra da aynen devam ediyor. Müzik çalınan mekânlar bundan şikâyetçi değiller ancak vatandaş özellikle de akşamdan sonra yani müziğin yüksek sesle çalındığı saatlerde büyük ölçüde rahatsızlık duyuyor. Sayın Başkan Cemil Deveci bu soruna bir çözüm bulmak zorundadır. Çünkü hem müzik çalınmasını hem de yüksek perdeden çalınmamasını sağlamak zor iştir.
Samsun’da müzik çalınan müzikhollerde ses denetimi yapılıyor mu? Ses konusunda aşırıya kaçan mekânlara ceza uygulanıyor mu ya da uygulanması düşünülüyor mu? Müziğe karşı değilim ancak insanların yüksek ses volümü ile rahatsız edilmesini de istemeyenlerden birisiyim. Bu konuda çokça şikâyetler alıyorum, vatandaşlar Belediyeye de aynı konuda şikâyette bulunduklarını dile getiriyorlar da bir sonuç alamadıklarından da dert yanıyorlar.
Müzik çalacak ancak kimseyi rahatsız etmeyecek. Birlikte yaşamak zor iştir, kimse bir başkasının sınırlarını zorlayamaz bu da doğrudur.
Politik amaçlarla müzik çalınmasını istemeyenler olduğu söylentileri de artıyor. Hiç kimse sınırları zorlamadan birlikte yaşamak zorundadır. Konunun dışına çıkmadan bir soru soralım: Yasaların dışına çıkmadan Atakum ’da müzik çalınabiliyor mu yoksa yasalar zorlanıyor mu?
BURNUNDAN KIL ALDIRMAYANLARA
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.
Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi kentin ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler.
İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör görüş alışverişi yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan.
"Kader" denilir, Türkiye’ye dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş."
Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar… Bu berber hikâyesini niçin buraya aldığımı kısaca şöyle özetleyebilirim: “Burnundan kıl aldırtmayanların bir gün gelir başı çok ağrıyabilir.”
GÜNÜN SÖZÜ
Uyuduk mu eşit oluruz. Ne tutku, ne gurur, ne umut… (Melih Cevdet Anday)