Her işi sulandırmada mahir bir milletiz.
Krizler ülkesiyiz biliyorsunuz.
Her 10 yılda bir kriz yaşamak kaderimiz oldu sanki.
70li yıllarda bütün dünyayı saran petrol krizi, benzin mazot kuyruklarının yanı sıra, gazyağı kuyruklarının da oluşmasına neden olmuştu.
Karne ile satılıyordu benzin, mazot be gazyağı.
O zamanki benzin-mazot krizi, günümüzde yaşanan dövizin artması gibi bir sorundan kaynaklanmıyordu.
Petrol krizi o dönem bütün dünyayı sarmıştı ve biz de doğrudan etkilemişti.
Üstüne bir de ambargolara maruz kalmıştık.
Kıbrıs’ta soydaşlarımızı kurtarmak adına yaptığımız 'Barış Harekatına' çok kızmıştı Coni.
Ki;
O zamanın Başbakanı Rahmetli Bülent Ecevit, "Biz aslında savaş için değil barış için ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz" sözleriyle duyurmuştu o harekâtı.
Sonra ayrıca ''Haşhaş ekmeyeceksin'' dedi Coni.
ABD'nin bu hadsizliğine karşın, yine aynı Ecevit'in, ''Topraklarımızda ne ekip biçeceğimize biz karar veririz'' şeklindeki cevabı da hoşuna gitmemişti Coni'nin.
İğneden ipliğe her şey için ambargo uygulamışlardı bize.
Bu durum ekonomimizi krize sokmuştu.
24 Ocak kararlarını o kriz doğurmuştu.
90'li yıllarda zor yıllardı.
Döviz krizi yaşanıyordu, kamu ödemeleri yapılamaz hale gelmişti.
1994 yılına gelindiğinde ise 5 Nisan kararları alındı.
O kararlar çerçevesinde kamu da özellikle personel alımına kısıtlamalar getirilmişti ancak, bu kısıtlar nedeniyle belediyeleri iş göremez getirmişti
Hükümet, belediyelerin içine düştüğü bu açmazı aşabilmek için belediye şirketleri formülünü uygulamaya sokmuştu.
Atakum Belediyesinde 8 milyon 650 bin lira dolayında olduğu iddia edilen naylon fatura sahteciliği ile gündeme gelen imar inşaat şirketi de bunlardan biridir.
Belediye başkanları bütün icraatlarını, mevzuatın özellikle personel alımıyla ilgili sorunu aşmaları amacıyla kurulmasına izin verilen belediye şirketleri üzerinden yapar hale geldiler.
Belediye şirketleri, limitet şirket özelliğindeki yapılardır ama 5393 sayılı kanun çerçevesinde kurulmuş yarı resmi kuruluşlardır ama belediyeler gibi kamu maliyesine bağlı kuruluşları gibi denetlenmezler.
Ancak, geçen hafta gündeme gelen naylon fatura uygulamaları gibi skandallar patlarsa denetlemeye tabi tutulurlar.
Bu konudaki sıkıntının temelindeki asıl sorun şudur:
Belediye şirketlerinin bütçeleri, belediyenin yıllık faaliyet raporunda yer almaz.
Samsun Büyükşehir belediyesinin faaliyet raporunda, büyükşehre bağlı şirketlerin bütçeleriyle ilgili bir bölüm vardır ama o da sadece sonuçla ilgilidir.
Yusuf Ziya Yılmaz döneminde Büyükşehir Meclis Üyesi Mustafa Tüfek'in zorlamasıyla yapılan uygulamada da sadece kar ve zarar belirtilir o kadar.
Bütçeye dair bir detay verilmez yine de.
Atakum'da, İlkadım'da ve hatta Türkiye'deki birçok belediyeye bağlı şirketin bütçeleri ve faaliyetleri, belediyenin faaliyet raporunda gösterilmez.
Bu nedenle mi bilinmez personel alımıyla ilgili sorunun aşılması için kurdurulmuş olmasına rağmen, belediye başkanları bununla yetinmeyip, neredeyse bütün faaliyetlerini bu şirketler üzerinden yürütür ve birer ticari yapı gibi kullanırlar.
Samsun'daki vergi dairesi Atakum Belediyesine, ''Şu, şu firmalar, kesmiş oldukları faturalara ait KDV'yi hala ödemediler'' şeklinde bir yazı göndermemiş olsaydı, o şirketlerin daha önce kapatıldığı ve faturaların da 'Naylon Fatura' olduğu anlaşılmayacağı gibi bu konudaki vurgun iddiaları da ortaya çıkmayacaktı belki.
Kaldı ki, CHP’li Cemil Deveci yönetimindeki Atakum Belediyesi tarafından, AK Parti’li İshak Taşçı dönemine ait bir uygulama nedeniyle vergi dairesince gönderilen bir yazı nedeniyle teftiş kurulunun anında harekete geçirilmeyip, neden üzerinden 14 ay gibi bir süre geçtikten sonra harekete geçirilmiş olması da sorgulanabilir belki.
Ve fakat.
Şimdi yapılması gereken, 8,5 milyon lira dolayındaki vurgunun sorgulanmasıdır.
Vurgunların önüne nasıl geçilebileceğine dair çözüm yolları da aranırken, yapılması gerekenlerden biri de, bu konuda bir adli soruşturmanın yapılıp yapılmayacağını sormak ve konuyu takip etmek olacaktır.