“...
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı
...”
Nazım Hikmet Ran
Bugün günlerden 30 Ağustos.
Türk dilinin en büyük şairi Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destanı'nda 101 yıl önce bugün sonu Büyük Zaferle bitecek, Büyük Taarruzun başladığı anı ''şayak kalpaklı adam / nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden / güzel, rahat günlere inanıyordu'' dizeleriyle anlatıyordu.
Sahiden de güzel ve rahat günlerin geleceğine, Şayak kalpaklı adamdan ve O'ndan başka kimse inanmıyordu.
Bir tek o.
''Kırk asırlık Türk yurdu, yabancı elinde kalamaz.'' diye inanıyordu.
10 küsur yıl süren savaşların sonunda gelen yenilgiler ve hüsranla elinde ve avucunda ne varsa kaybetmiş olsa da, bu milletin aç ve susuz kalmasına rağmen vatansız kalmayacağına da inanıyordu.
Çünkü bu millet için söz konusu vatan olunca, geriye kalanların tümünün teferruat olarak kalacağını en iyi bilenlerdendi.
Çünkü O, muhteşem direnişimize yenik düşerek, Çanakkale boğazını geçemeyenlerin, daha sonra İstanbul boğazına demirlemiş zırhlılarını gördüğünde 'geldikleri gibi gideceklerini', ya da gitmek zorunda kalacaklarını da çok iyi biliyordu.
Biliyordu çünkü, kurtuluşun sonunda birileri, sığındığı düşmanın gemisine binip kaçarken, ''ya başaramazsak'' diyerek Büyük taarruza ihtiyatla yaklaşan paşalarına bile ''başaramazsak beni asarsınız'' diyecek kadar, milletine ve milletin ordusuna inanıyordu.
103 yıl önce bir 15 Mayıs günü, Akdeniz'in şımarık çocuğu Yunanistan’ın, emperyalistlerin kışkırtmasıyla, İzmir’e asker çıkarmasıyla başlayan ve Anadolu'nun parsel parsel işgaliyle süren karanlık günlere rağmen rahat ve güzel günlerin geleceğine inanmıştı.
Oysa ordularımız dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, kaleleri zapt edilmiş bir ülke olmuştuk.
Elde yok, avuçta yoktu.
Ama milletin bu zilleti kabul etmeyeceğini de en iyi yine o kahraman biliyordu.
Mustafa Kemal’di o kahramanın adı.
1919 yılının bir 19 Mayıs sabahı Samsun'dan yakıldı meşale.
Amasya’da yayımlanan tamime ''milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır'' ibaresinin konulması, işgale bir başkaldırıydı.
Erzurum kongreleriyle, Sivas kongreleri takip etti bu süreci.
Sivas Kongresinde ''ya istiklal, ya ölüm'' parolası ise sonu büyük zaferle bitecek Milli Mücadelenin başladığı anın dosta ve düşmana ilanıydı.
''Ordular İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri'' emri ile ordularımız düşmana son darbeyi vurarak, 30 Ağustos 1922’da büyük bir zafer kazanmış oldular.
26 Ağustos 1071'de Alpaslan'ın zaferiyle Anadolu bizim olmuştu.
1071'de ''geldik'' demiştik ama 30 Ağustos Zaferi, Sevr gibi bir paçavrayla, Nazım Hikmet'in ipek bir halıya benzettiği ve 40 asır şehit kanalarıyla sulanmış bu mübarek topraklardan bizi atmak isteyenlere ''sonsuza kadar burada kalacağız'' dediğimiz gün olmuştur.
Bunun içindir 30 Ağustos'u her yıl Zafer Bayramı olarak kutluyoruz.
Bugün günlerden Zafer Bayramı’dır.
Kutlu olsun.