Bugün 29 Ekim 2014.
Bugün Türkiye’de Cumhuriyet Yönetiminin başladığı günün yıldönümü…
Bu yol nereden geçiyor biraz düşünelim.
Tabi önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı güne bakalım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelleri 24 Temmuz günü Lozan’da yapılan Lozan Barış Antlaşması’yla atıldı.
Tarih kitapları bu olayı “24 Temmuz 1923 tarihinde, İsviçre'nin Lozan şehrinde, Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmıştır” diye yazar.
Bir daha okur musunuz katılan devletleri…
Aralarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dostu(!) Amerika Birleşik Devletleri’ni bulamayacaksınız, ne kadar bakarsanız bakın göremeyeceksiniz o imzayı.
Çünkü bu dost (!) devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınır bütünlüğüne “evet” dememiştir.
Ancak bu ne hikmetse Türk halkından yıllarca gizlenmiştir.
İletişim çağına girilmesinin ardından gerçekler ortaya dökülmüş kimin dost kimin düşman olduğu anlaşılmış, kısacası at iziyle it izi anlaşılmıştır.
Bu kadim dost (!) kafamıza Irak’ta çuval geçirmekle kalmamış, siz “Sevr” antlaşmasını uygulayacaksınız diye diretir olmuştur adeta.
Bugünlerde açılım diye Türk milletine yutturulmakta olan projenin arkasında bu anlayış yatmaktadır.
Terör örgütü PKK’nın ikinci adamı Karayılan’ın bir röportajında ileri sürdüğü “ABD bizim dostumuzdur” ifadesi oldukça dikkat çekicidir.
Peki, ABD kimin dostudur?
Türkiye Cumhuriyeti’nin mi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınır bütünlüğüne kastetmiş PKK ve yandaşlarının mı?
Buna siz karar verin….
Şimdi, çıkıp bana Cumhuriyet Bayramı’nın yıldönümünde yazılacak yazı bu mu diye sorabilirsiniz.
Doğrudur.
Cumhuriyeti korumak ve kollamak için, dostumuzu düşmanımızı tanıyalım derken bu yazı çıktı ortaya.
Sürçü lisan ettimse affola…
CUMHURİYET NASIL İLAN EDİLDİ?
Bugün 29 Ekim 2014.
Cumhuriyet’in ilanının yıldönümü…
Törenlerle kutladığımız Cumhuriyet’in nasıl ilan edildiğini gelin hep birlikte hatırlayalım…
Enver Behnan Şahpolyo Cumhuriyet’in ilanını meclis muhabiri olarak izlemiş bir yazarımızdır.
Bakın o günü nasıl anlatıyor.
“O günlerde bütün gazeteciler ve halk merakta idi. Bir yenilik var…
Fakat bu nedir?
Bir türlü belli olmuyordu. Ben o zamanlar Öğüt Gazetesinde çalışıyordum. Meclisin bütün toplantılarına devam ediyordum.
Atatürk Çankaya'da kendisine konuk olan arkadaşlarına Cumhuriyet'i ilan etmenin zamanı geldiğini, bildiriyor. Bunun için anayasada değişiklik yapmak gerektiğini açıklıyordu. 28 Ekim 1923 günü konukları gittikten sonra İsmet İnönü ile birlikte anayasada ne gibi değişiklikler yapılacağını görüştüler.
1923 yılının Ekim ayının yirmi dokuzuncu Pazartesi sabahı idi. Güneşli bir hava. Samanpazarı ve Karaoğlan'dan insanlar sel gibi meclise doğru akıyordu.
Kalpaklı, başlıklı, fesli erkekler ve bunların arasında kadınlar, meclisin karşısındaki Millet Bahçesi'ne meydana toplanmışlardı.
Halk Millet Meclisinin kararını merakla bekliyordu. Birçokları tanımadıkları milletvekillerine yaklaşıyor, haber soruyordu. Güneş battı. Karanlık bastı. Buna rağmen halk dağılmıyordu. Hepimiz sabırsızlıkla bir haber bekliyorduk. Meclisin dar kapısından bir milletvekili çıktı. Orada bulunan gazeteciler, hepimiz milletvekilinin etrafını çevirdik. Milletvekili:
- Şu dakika içerde pek mutlu ve tarihsel kararlar veriliyor, dedi. Dışarıya sızan haber bu kadardı.
Akşam saat on sekiz kırk beşti Millet Meclisi oturumu açıldı. Donuk bir ışık. Sağda dinleyicilere ayrılmış bir yer, solda gazeteciler balkonu, ortada okul sıralarında oturmuş milletvekilleri, Atatürk yok.
Bütün milletvekilleri sıkışık bir durumda oturuyorlardı. Bu sessizlik içinde İsmet İnönü: Anayasanın birinci maddesinin "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir" biçiminde değiştirilmesi için görüşme açılsın dedi. Değiştirilmesi istenen başka maddeler de vardı. Değişiklik isteği üzerine birçok milletvekili söz aldı. Heyecanlı konuşmalar yapıldı. Bu sırada milli şair Mehmet Emin Yurdakul söz alarak orada bulunanları "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırmaya davet etti. Bütün milletvekilleri tek bir vücut gibi harekete geçti, ayağa kalktılar. Gün görmüş gaziler, generaller, kalemleriyle, kılıçlarıyla bu memlekete hizmet etmiş kahramanlar dimdik durdular. Sonra hep bir ağızdan "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırdılar. Anayasa değişikliği görüşmeleri tamamlandıktan sonra değişiklik isteği oya sunuldu. Bütün eller "kabul" diye kalktı. Türkiye devletinin cumhuriyet olduğunu belirleyen değişiklik oy birliği ile kabul edildi. Saat sekiz buçuktu. Bu dakikadan itibaren Türkiye Devleti'nin adı Cumhuriyet olmuştu.
Bu cumhuriyete bir başkan seçmek gerekiyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığı seçimine 158 milletvekili katıldı. Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal Cumhurbaşkanlığına seçildi.
Bu anda Kemal Atatürk meclis salonunda göründü. Alkışlar arasında kürsüye çıktı. Herkes Atatürk'ü dinliyordu. Konuşmasını bitirdiği zaman uzun uzun alkışlandı. Gök gürültüsünü andıran alkışlar arasında Atatürk yerine oturdu.
Halk meclisin önünde bekliyordu. Cumhuriyetin ilanını ve Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçildiğini duyunca coştu. Bu arada 101 pare top atıldı. Top sesleri Türk ulusuna cumhuriyeti ilan ediyordu. Türk ulusu, yıllardan beri hasretini çektiği egemenliğe ve cumhuriyete kavuşmuştu.”
Peki bugün yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’in nasıl bir idare şekli olduğunu hatırlıyor muyuz?
Gelin bilgilerimizi tekrarlayalım:
Cumhuriyet; yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur.
Cumhuriyet'i korumak, kollamak, yaşatmak her yurttaşın ödevidir.
ATATÜRK DİYOR Kİ;
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
AKLINIZDA BULUNSUN
Yaşamınız boyunca lazım olur mu bilmem ama aklınızda bulunsun... Evlilik yüzüğü neden hep aynı parmağımızdadır yani neden işaret parmağı baş parmak ya da serçe parmak değil de neden yüzük parmağı....
Evlilik yüzüğünü ilk defa eski mısır prensesi Nefertiti takmıştır... O yıllardaki tıbbın ne kadar ilerde olduğu ayrı bir tartışma konusudur ama yüzyıllar sonra anlaşılmıştır ki direk kalbe giden tek damar evlilik yüzüğünü taktığımız parmaktadır.. Başka hiçbir parmağımızdan direk kalbe giden bir damar yoktur…
GÜNÜN SÖZÜ
Hayatlarında hiç başarı göstermeyenler, kendilerini başkalarını küçültmekle avuturlar.
CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN