Yıl 1984…
12 Eylül’ün baskıcı rejiminin tavan yaptığı dönemler…
Baskıların siyasallaşmaya başladığı zamanlar…
Bugün özgürlükçü ve darbe karşıtı görünenlerin “Evrenci(!) olduğu yıllar” o günler…
Durumdan vazife çıkartan Aziz Nesin kendince “toplumsal sorumluluk” amacıyla planladığı projesini uygulamaya koyar…
O günlerde yapılan yanlışların, aydınlar tarafından imzalanan dilekçeler ile karşı çıkılmasına karar verir…
Kendi belirlediği kişiler ile metni hazırlamak için toplantılar yapar…
Metnin gazeteciler ve akademisyenlerden oluşan gruplar tarafından takdir göreceğini ve benimseneceğini düşünür…
Nihayetinde 6 sayfalık bir dilekçe metni oluşur…
İçinde neler yok ki!
“Demokrasi, geciken adalet, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler, hukuk devleti, terörle mücadele, işkence, özgürlükler, idamların durdurulması ve ölüm cezalarının kaldırılması, kapsamlı bir af, özgür basın ve TRT'nin özerkliği, üniversitelerin özerkliği ve YÖK…”
Başlığı; “Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler”…
O dönem sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilim adamları, hukukçular, eski bakanlar dahil tam 2 binden fazla kişi bu metni imzalar…
5 Mart 1984’te Anayasa’nın “dilekçe verme hakkı”nı kullanarak dilekçeyi noter aracılığıyla Cumhurbaşkanlığıve TBMM’ye ulaştırırlar…
Dönemin Cumhurbaşkanı “Kenan Evren” çok kızar…
1982 anayasasını kastederek; “Kefil olduğum Anayasa’nın orasından, burasından delik açtırtmam” der ve dilekçeye imza atanları “vatan haini” ilan eder!..
“Son padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım böyle aydını!” söylemleri geliştirir…
Olan olur ve dilekçeyi imzalayan 56 kişi, 2969 sayılı yasayı bozmaktan sorgulanır.
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, 1 Sayılı Askeri Mahkemesi’nde 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa muhalefetten dava açılır…
Durum ilginçtir aslında; 2 binden fazla imza, sayımda ek imzalarla 1.383, dilekçede 1.300, çizelgeye göre ise 1.256, sanık yapılan 56…
Duruşmalar devam ederken 3 tanığın durumu sanığa dönüşür ve sayı 59 olur…
Mahkemede sürekli olarak “dilekçe-bildiri” tartışması yaşanır…
Ulusal basın davayı görmezden gelir. Birçok yazar cuntayı açıkça destekler ama uluslararası alanda tepkiler gelir…
Dava bir buçuk yıla yakın sürer ve beraatla sonuçlanır…
YÖK, disiplin kurulu yönetmeliğine aykırı davrandıkları gerekçesiyle “imzacı”lardan savunma alır. Dilekçeyi imzalayan öğretim üyelerinden aylık kesme cezası verilir, sonrasında kınama cezasına çevrilir… Görevden çıkartılanlar da olur…
***
İmza atanlar arasında tanınan kişiler ve konunun tarafı cunta yönetimi olunca dava öncesi ve sonrası ilginç durumlarda yaşanır;
Yıldız Kenter ve Cüneyt Arkın gibi tanınmış isimler imzalarını geri çeker…
Fikret Hakan, “Tamamını okumadım, sarhoştum! Tiyatrolara devlet yardımı diye imzaladım, nerede ne zaman imzaladığımı hatırlamıyorum. İmza atmaktan dolayı cezama razıyım” der…
İbrahim Tatlıses ise; “Ben toplu konut dilekçesi sandım” diyerek basına açıklama yapar…
Öztürk Serengil, “Pişpirik oynarken toplu konut kredisi diye imzaladım, kiracıyım. Oyuna geldim”…
Müjdat Gezen, “Katılmadığım bazı hususlar çıkabilir”…
Orhan Pamuk, “Geleceğe ışık tutan görüşler”..
Kartal Tibet, “Demokratik bir ülkede dilekçenin suç olacağını düşünmedim” der…
Duruşları ve söylemleri dönemin gerçekleri çerçevesinde değerlendirmek gerek…
***
Gündem “Aydın” ve “İmza” olunca aklıma bu “Aziz Nesin Hikayesi” geldi…
Köşe yazımı yazmadan önce “dilekçenin tam metni”ni ve “Aziz Nesin’in bu dava ile ilgili savunması”nı da okuma fırsatı buldum.
Bir dönemi aydınlatması ve Türkiye’nin demokrasi gelişimini, darbe anayasasını, cunta yönetimlerini hatırlamak açısından okumanızı tavsiye ederim…
***
Gelelim şu aydın ve imza konusuna; “Tek taraflı aydınlık olmaz!.. O zaman birilerinin aydını oluverirsin! Aydın kişi herkesi “eşit aydınlatmalı”, fikirleri yapıcı, birleştirici olmalı.”
***
Aziz Nesin ile dünya görüşümüz her ne kadar farklı olsa da “dönemi içerisinde” yaşadığı birçok konu halen daha ülke gündeminde… Hatta bugünkü siyasi erk bile halen daha aynı konulardan ve darbe anayasasından muzdarip…
Ülke adına; üniter devlet yapısının korunacağı, birliğin, kutuplaşmaların, aklın hakim olduğu, toplumsal huzurun hayal olmayacağı “milli bir gelecek” dileğiyle…